İnanç Ve Mantık

Lisedeki felsefe dersinde, felsefenin cevap aramaktan çok soru sormak olduğu öğretilmişti.  Aslında bu olgu, insan mantığının ne kadar çaresiz kaldığını gözler önüne seren düşüncelerden sadece biri. Salt mantığın, insanı cevap bulmanın dışında sebep ve sonuçların karmaşasında daha çok kaybettirdiğini düşünce akımlarıyla da görebiliyoruz.  İnsan olarak nasıl mantık kurarsak kuralım kurduğumuz her mantığın sonunda aynı kapıya çıkıyoruz. O son ise, doğru ve yanlışlar konusundaki inançlarımız.

İlk bilim insanları, yani Aristo gibi filozoflar, insanın doğru ve yanlışı nasıl belirlediği konusunda çok düşünmüşler. Ve doğru ve yanlışı bulma konusunda metodoloji geliştirmeye çalışmışlar. Bu çalışmaları, şu anda bilgisayar teknolojisinin temelini oluşturuyor olsa da insanlık tabi ki bu kadarıyla yetinmemiş. Bir çok düşünce akımlarıyla doğru ve yanlış olgular belirlenmeye çalışılmış. Bir doğru ve yanlış metodolojisi geliştirilmeye çalışılmış. Hayatımızdaki doğru ve yanlışlar niçin bu kadar önemli ki? diye düşünebilirsiniz.  Aslında insanların doğru ve yanlışları olmak zorundadır.  Yaptığımız her seçim, benliğimize bir karakter, ömrümüze bir misyon ve hayatımıza bir anlam yükler.  Yaptığımız her seçim, doğru ve yanlışlarımızın şekillendirdiği bir seçimdir. Ve her insan, hayatının devam eden bu ince uzun çizgisinde güzel bir noktaya ya da anlamlı bir sonuca varmak ister.  İşte bu yüzden doğru ve yanlışın ne olduğu, insanı her an yakından ilgilendirir.

Peki insan, doğru ve yanlışlarının kesinliğinden nasıl emin olabilir ki? İşte tüm sorun burada başlıyor.  İnsan önce, mantık kurmayı dener.  Fakat mantık o kadar sanaldır ki,  insanlığın hepsinin kabul göreceği bir mantık söz konusu değildir aslında. Çünkü mantık, referansını kişinin geçmişinin oluşturduğu bir yargı şeklidir.  Bilmeyen birisinin kurduğu mantık, bilen birisine göre; ve ya bilen birinin kurduğu mantık, bilmeyen birine göre yanlış olabilir.  Bu yüzden bilenle bilmeyen hiç bir olur mu denmiş. Bu durumda kurulan mantığın doğruluğu bilmekle alakalıdır.  Ve insanın yaptığı en büyük hata ise bilmeyip bildiğini sanmasıdır. Çünkü insanın bilmesi imkansızdır.

“Tek bildiğim, hiç bir şey bilmediğimdir”, sözü ne kadar popüler olsa da çoğu insan bu sözü kuru kuruya söyler. Aslında bu sözün derinliklerinde, mantıksal çelişkilerde kaybolmuşluğun bir serzenişi vardır.  İnsan ne kadar bilirse bilsin, ne kadar görürse görsün; sonsuz bilgiyi elde edememenin hezeyanına uğrar. Ve mantıksal çelişkiler içinde kaybolur. Bu yüzden, felsefe cevap aramaz. Sadece soru sorar. Çünkü kaybolmanın adıdır felsefe.  Çıkışı bulamayacağının da farkındadır.  Bu yüzden cevap aramaktan ümidini kesmiştir.

İnsan, bu karmaşa içinde nasıl yaşar ki? Aklı çıkacakmış gibi olur insanın, bu mantıksal çelişkilerin ortasında. Ve insan, inanca teslim olur.  İnsan, kendisine inanır, başarıya inanır, güce inanır, iyi yapıtığına inanır, paraya ve zevke inanır, anlık hazza inanır, önemsizliğe inanır, kibrine inanır ama mutlaka bir şeylere inanır.  En kötüsü de bilgisine ve bilime inanmasıdır.  İnsan, yemek yemeden ve su içmeden nasıl fiziksel aktivitilerini gerçekleştiremezse, inanmadan da zihinsel aktivitelerini gerçekleştiremez.

İşte bu kaybolmuşluğun verdiği ızdırap, bu aldanmışlık, bu bilinmezlik, bu doğru ve yanlışı seçememe hezeyanı, nice insanı Allah’ı bulmaya sürükler.  İnsan, bilmediğini, güçsüzlüğünü ve aczini kabul etme mecburiyetindedir. Sonunda  “Sen bildirmeden ben bilemem Allah’ım” der. Sen beni doyurmadan ben doyamam. Sen bana rahmet etmezsen, huzur bulamam.  Sen bana şefahat etmezsen, kahrolmaktan kurtulamam.  Sen bana vekil olarak yetersin.

İşte inanç bu yüzden mantığın çok üzerindedir ve mantığı kapsar. Allah’a inanmak, hem çok daha açık ve seçik, hem çok daha insan için hayırlı, hem çok daha huzurludur. Allah, insana iyiyi, doğruyu ve güzeli aynı zamanda yardımlaşmayı ve hayırseverliği emreder ve peygamberleri aracılığı ile saf iyiliği öğretir.  Onu, bu mantıksal çelişki azabından kurtarıp onun için en doğrusunu, en güzelini ve en hayırlısını kuranda söyler.  Allah’ın söylediği ayetler, emir ve yasakları, doğru ve yanlışları, yine insanın doğru ve güzel bir hayat sürebilmesi içindir.

İnanan birisi için Allah’ın sözüne ters düşen her mantıksal kuram, bu yüzden yanlış olmaya mahkumdur. İnsan tüm hayatını inancı gözünden görür artık. Allah’ın yarattıklarına bakarak Allah’ı görür.  Çünkü Allah, her yarattığında çok fazla hikmet, bir işaret bulunan ve evreni insana bir kitap olarak yaratandır.

Önerilen makaleler

4 Yorum

  1. Yusuf bey konuya çok güzel değinmişsiniz yazınızdan istifade ettim teşekkürler.

  2. Merhaba Yusuf Bey,

    Buradaki yazdıklarım katılımcıların %95’inin yazdıklarından farklı olacaktır. Hatta birilerini de kızdıracaktır elbette. Soru sorarak başlayalım…

    Öncelikle kastettiğiniz “Allah” genel anlamda bir yaratıcı mı? Yoksa Müslümanların ilahı olan Allah mı? Ben ikinciyi kastettiğinizi, Ahura Mazda ya da Yehova’dan bahsetmediğinizi varsayıyorum. (Keza Yehova da deseniz benzer soruları sormuş olacaktım.)

    Bu varsayımdan yola çıkarak dünya nüfusunun %77’sinin derin bir uykuda ve mantıksal çelişki içerisinde olduğunu kabul etmemiz gerekir. Yaptığınız kabuller de tek bir “inanan” zümresine karşın geri kalan tüm insanlığın müthiş bir karmaşa ve azap içinde yaşadığı sonucuna götürür bizleri… Maksadımız soru sormaksa “Bu ne kadar doğru?” diye bir soru sormak gerekmez mi? Dünyadaki en mutlu ülkeler (bakın en zengin demiyorum) Allah’ı ne kadar tanıyor? Allah onlar için bir anlam ifade ediyor mu? gibi soruları sıralamak yanlış olmaz. Bunun üzerine de “tüm bunları nasıl doğrulayabirim” diye bir ekleme yapmak da fena olmazdı sanki…

    Felsefe bizi sorular sormaya, o sorulardan cevaplar çıkarmaya iter. Önemli olan bir şey var tabii ki! Acaba verdiğimiz cevaplardan sonra kendimize yeni sorular soruyor muyuz? Eğer bunu yapmıyorsak, kabullerle yetiniyorsak zaten bana sorarsanız Felsefe de yapmış olmayız.

    “Allah, insana iyiyi, doğruyu ve güzeli aynı zamanda yardımlaşmayı ve hayırseverliği emreder ve peygamberleri aracılığı ile saf iyiliği öğretir. ” demişsiniz. Bu savınızın kökeni yeterli sayıda soruyu sormuş olmanız mı? Yoksa bu şekilde düşünmenizin sizi rahatlatıyor olması mı? Ben de bir zamanlar İbrahimi dinlerin tanrısının sürekli olarak iyiyi emrettiğini düşünürdüm. Ama soru-cevap sarmalım beni bambaşka yerlere götürdü. Tevrat’ı gönderen, İncil “esinlenme yoluyla yazdırtan”, Kur’an’ı yirmiüç senede indiren yaratıcı, dediklerinizin tam tersi o kadar çok şey yapmış ki, tüm bunlar beni kendisi hakkında sorular sormaya itti.

    Örneğin ne kadar iyi bir inanansınız? Bugün Türkiye’de Müslüman bir ailenin çocuğu olarak değil de Japonya’da Şintoist, Almanya’da Protestan Hristiyan, Kosta Rika’da Katolik Hristiyan, Orta Asya Bozkırlarında Kam Dini’ne inanan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelseydiniz aynı bilinçle “hak din” dediğiniz öğretiye inanır mıydınız? Bu soruları kendinize hiç sordunuz mu? Benim sizden bir cevap beklentim yok. Tek maksadım yeni sorular sorabilmeniz için ilk önce bu soruya cevap aramanızdır.

    Bugün ülkemizde geçerli din konumundaki dinin mensuplarının abartısız %95’inin içinde bulunduğu inanılmaz azap verici bir sarmal var… Yakın çevremi gözlemliyorum. Sosyal medya üzerinden başta Cum’a günlerinde sonsuz iyilik tavsiye eden mesajlar paylaşıyorlar. Ben de üşenmeden alıntı yaptıkları kaynaktan farklı bazı şeyler paylaştığım zaman beni saçmalakla, konuları çarpıtmakla ve yalan söylemekle suçluyorlar… Yanlarında olsam belki üzerime yürümeye bile kalkışacaklar! Bunu yapan kişilerin bazılarının açık fikirli ve hatta Felseye okumayı(!) seven insanlar olduğunu söylesem herhalde konunun absürtlüğü de ortaya çıkar. Yüzyıllar önce gelmiş, ortaya bazı yasalar (ayetler, emir, yasak) koymuş bir öğretinin bize nakil yoluyla gelmesi gerekir. Yasalarla birlikte bu yasaları ilk tebliğ eden(ler) nasıl uygulamışlar etraflıca bakmamız gerekir. Bunlara güvenilir denen kaynaklardan baktığım zaman “soru sormanın ve sorgulamanın” çok da hoş karşılanmadığı bilgisine ulaşıyorum. Çıkarım yapmama da gerek kalmıyor. Uygulamalar doğrudan bunu anlatıyor zaten. Belki dediklerime kuşkucu yaklaşıp bu konuda derinlemesine bir araştırmaya girişmek istersiniz.

    Günümüzde modernist olarak bilinen, televizyonlara çıkıp, din sosuyla felsefe yaptığını iddia eden kimselerin, işlerine gelmedikleri noktalarda “orada öyle demek istemedi, aslında bunu demek istedi” demesi hep bundan ötürü. Burada da şu soruyu sormak gerekiyor. Acaba bu kimseler saf inancı ve onun öğretisini mi anlatıyorlar? Yoksa o öğretinin istedikleri kısımlarını alıp, istediğini kısımlarını çıkartıp kendi inanç sistemlerini mi oluşturuyorlar? Siz de kendinize sorun, Allah’ın emrettiği, peygamber tebliğ ettiği ve ashabının yaptığı uygulamaları mı yapıyorsunuz? Yoksa “orada öyle demek istemedi aslı böyledir” diyerekten işin içinden çıkıyor musunuz?

    Tüm bunları “ben haklıyım, siz haksızsınız” diye düşünerek yazmadım. Umarım niyetimi anlamışsınızdır. Umarım dediklerime kızgınlıkla değil de “kuşkuyla” yaklaşmışsınızdır. Umarım yazdığım bunca şey size bir bilediniz iki tane soru sordurtmuştur.

    İman edip, Felsefe üzerinden Tanrı’yı bulma gayesindeyseniz ben değerli zamanınızı dini ilimlerde derinleşerek harcamanın sizin için daha faydalı olacağını söyleyebilirim. Örneğin Corona belasıyla uğraştığımız şu günlerde, hastalığın tesir etmesinin Allah’ın takdirinde olduğunu, dilediğine bulaştırıp, dilediğine bulaştırmayacağını dikkate alıp, “La adva” ifadesinin geçtiği hadis üzerine kafa yormak daha bile mantıklı olabilir.

    Ama biraz olsun farklı görüşleri dinleyeyim, kendime biraz da farklı sorular sorayım derseniz size bir iki youtube kanalı bırakıyım. Belki izlemek istersiniz.

    https://www.youtube.com/channel/UC4-ZCcj_906sexpJAEpnWDQ
    https://www.youtube.com/channel/UCkEp_OUCCx-UU3A9-y62NiA

    Sorular sormanız, cevaplar bulmanız ve sonrasında tekrar sorular sormanız temennisiyle…
    K.

    1. Merhaba,

      Yorumlarınız ve düşünceleriniz için teşekkür ederim.

      Baştan söylemeliyim ki felsefe benim için başka bir boyuta evrildi.Yani aslında felsefe yaptığımı söyleyemem artık. Öncelikle, çok farklı dinlerin olmasından başlayalım. Tabi ki burada hem inancım hem düşüncelerime göre konuşacağım. Dünya üzerindeki tüm dinlerin bu kadar benzer olması ve herkesin bir yaratıcıya inanıp benzer şekillerde ibadet etmesi, aslında dünyada tek bir dinin olduğunu gösterir. Allah, kuranı kerimde her topluma doğruyu anlatan bir peygamber gönderdiğini söylüyor. Fakat insanlar, mantıklarına güvendiklerinden ve bildiklerini sandıklarından dolayı, Allah’ın öğretilerini kendi mantıklarına göre değerlendirip işlerine gelenine uyup, işlerine gelenine uymadıklarında sapıtmaya başlıyorlar. Bu yüzden hak olan tek din, farklılaşıyor ve inançlar da doğru yoldan sapıyorlar. Tıpkı sizin de söylediğiniz üzere, inandığını sanıp sürekli kin ve öfke kusan ama hiç düşünmeyen bir çok müslüman ve insan gibi. Zira inanç; sevgi, merhamet, hoşgörü ve anlayışla pekişir.

      Benim inancıma göre yani İslama göre insanın nerede doğduğu ve hangi dine mensup olduğu önemli değildir. İnsan’a bildiği kadar sorulur. Yani hristiyan doğan ve islamla tanışmamış birisinin davranışlarını Allah onun bildiği kadar yargılar. Kuran’ı kerimde Allah, bilmeyenlere ve bildirmediklerimize sormayız diyor. İslama göre, kişinin ne yaptığını ve doğru ve yanlışlara ne kadar uyup uymaması öncelikle kendisini ilgilendiriyor. İnanç konusunda bir insan, farklı inançlarından ötürü başka bir kimseyi yargılayamaz. Müslüman sadece anlatmakla okuyup araştırmak ve düşünmekle mükelleftir. İnsanı bu konuda sadece Allah yargılayabilir. Allah insanın ne düşündüğünü ve nasıl davranacağını, içinden geçeleri bilir ve inanmayanları da o yargılar. Müslümanlar olarak bizler değil.

      İnsanın sadece mantıktan yaratılmamasının sebebi doğruyu sadece mantığı ile bulamayacağından kaynaklanıyor. Allah bu yüzden insana vicdan vermiştir. Vicdanın sesini dileyen her insan, Allah’ın zaten emrettiği şeyleri kendiliğinden yapabilir. Bu yüzden hiç inanmayan bir insan bile vicdanının sesini dinleyerek iyilikler yapabilir. Ve o vicdan, bir Allah’a inanmadığı müddetçe asla tatmin olmaz.Benim düşünceme göre; dünyada mutlu ülke diye birşey yoktur aslında bakarsanız. Sadece refah düzeyi yüksek ülkeler vardır. Bu ülkelerde insanlar mutludur ve insanların iç dünyaları güllük gülistanlıktır diye bir çıkarım yapamayız. Kaldı ki insan; güç, para, düşünce ve bilimle asla tatmin olamaz. Çünkü insanın hayatı sadece bir ya da bir kaç boyutlu değildir. İnsan içinde sonsuzluğu barındırır ve sonsuz boyutlu bir hayat sürer. Bu yüzden, insanı tek tatmin edecek şey, sonsuz olan Allah inancı ve onu anmaktır.

      İslam soru sormayı ve düşünmeyi asla yasaklamaz. Tam tersi, insanı her daim düşünmeye teşvik eder. Bu yüzden kurandaki bir çok ayette hiç düşünmüyor musunuz şeklinde çokca ayet vardır. Tasavvuf felsefesinde, Allah’ı bulabilmek için önce kaybolmak gerektiği düşüncesi vardır. Yani, insanın gerçekten iman edebilmesi için önce Allah’ın varlığına duyulan şüphe ile kaybolup daha sonra mantığının bir yere götürmediğini görüp her yolun ona çıktığını anladıktan sonra Allah’a teslim olması gerektiğini savunur. Şüphe olmasaydı inanç nasıl olabilirdi ki? Ya da şüphe olmasaydı, inanç nasıl anlamlı olabilirdi?

      Kuranı kerimi okuduğumda ben dünya üzerindeki tüm dinleri kapsadığını gördüm. Bunun sebebi, tüm dinlerin temeli olan Hak din olmasındandı. Çünkü kuranda, insanların düştükleri yanlışlar açık açık anlatılmıştır. Doğru ve yanlışlar konusundaki kesinliği onu hem çok açık bir kitap, anlam konusundaki derinliği ise onu çok gizemli bir kitap haline getiriyor. Bu sebepten, dini kendine göre yorumlayanlar bir tarafa aslında islamda doğru ve yanlışlar kesin ve keskindir. Her müslamının bu yüzden okuması ve bilmesi ona farzdır.

      Sonuç olarak;

      Felsefe yapmak her zaman hoşuma gitmiştir. Cevabını bulmaktan çok soru sormayı kötülemiyorum. Aslında insanın başlangıçta yapması gereken bir şey olduğunu düşünüyorum. Fakat felsefe, inanana kadar yapılır. Felsefenin tek bir çıkışı vardır o da inanç. İnandıktan sonra felsefeye gerek kalmadığı kanaatindeyim. İnandığım şey, peygamber efendimizin ve sahabe efendilerimizin uyguladıkları şeydir. Ne eksik ne de fazla. Tabi ki bu konuda tamamen onlar gibi olamadığım noktalar var. Aslında bu, kendimi ayıpladığım bir ayıp. Doğruyu kesin bir şekilde inancımın bana emrettikleriyle biliyorum. Fakat, bu düşünmemek ve soru sormamak anlamına gelmiyor. Allah’ın emir ve yasaklarını doğru ve yanlışlarını sorgulamadan yapıyorum fakat onlardaki hikmeti görmek, üzerine düşünmek ve araştırmaktan geçiyor. Allahı bulup inandıktan sonra benim için felsefe buna evrilmiştir. Allah’ın emirlerinin hikmetlerini düşünmeye… En basit örneği ile Allah domuz eti ve benzeri pis hayvanların yenmesini yasaklamıştır. İslama inanmadığınızda bu emri önemsiz ve gereksiz olarak görebilirsiniz. Fakat bu tarz bir sorgulama sizi bir yere vardırmaz. Fakat bunun hikmetini düşünmek ayrıdır. Hikmetini düşünmek demek, neden yasak olduğu konusunda çokça düşünüp neden olduğunu sorgulamaktır. Bu hikmetlerden birisini şu an dünyamızdaki salgınla yaşıyoruz. Benim düşünme şeklim artık tamamen inancım doğrultusundadır. Buna felsefe denip denmeyeceği tartışılır tabi ki. Çünkü ben cevaplarını bildiğim konular üzerinde sorular soruyorum.

      Sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim. Cevap olarak burasını uygun bulmazsanız mail adresime “mail@yusufbulbul.com” yazabilirsiniz.
      İyi günler dilerim.

    2. Sayın Kuşkucu,merhaba,adım mehmetali. Yazdıklarından, 1 ve benzersiz olan ,Alemlerin Yöneticisi,ölümsüz olan,ve biz ölümlüleri yaratan ve Muhammed’in ALLAH’ı olan,Kur’an-ın yazarı’ndan haberdar olduğun anlaşılıyor.
      Allah,insanı yarattı.
      Bu siteyi bulduğuna göre sende yazılımla ilgilisin.
      Yazılımı neden yaparsın,onu yazmanın bir amacı vardır,yazılımın o amaca göre çalışır,
      Allah,insanı kendini tanıması için yarattı,
      içimizdeki nefsi yarattığında(icat ettiğinde),ona sordu;insan nefsi cevap verdi:Sen sensin,ben benim,Yani Seni tanımıyorum,ateş ve buz cehenneminden sonra,Açlıkla imtihan edilip aynı soru sorulunca;Sen benim Rabbimsin dedi.
      Çevremdeki müslümanların Allah ve PeygAMBER ADINI ŞAHSİ MENFAATLERİNDE KULLANMASI ,bu durum diğer inanç sistemlerinde olduğu gibi sömürüye açıktır.
      AllaH,bana kullarımın emeğini sömürme,kullarımı öldürme,kuluma borç verdiğinde mislini alma,kullarımın namusuna-ırzına göz dikme ,sende çoksa az olanlarıda gör, diye EMR’ediyor.Yani bu değerler insanın tabiatında var,Bilmem neredeki insan dahi bu değerleri öğrenmez,ama aksinin yanlış olduğunu bilir,Şimdi bu emirleri müslüman olan bizlerin %95’i çiğniyorsak suçlu olan Tanrı’mıdır,Peygamberimidir,sahabeler midir.
      Benim müslüman olarak yaşamam,müslüman olduğum anlamınada gelmez,benim müslümanlığını Tanrımız olan ALLAH değerlendirir,O bizim hakkımızdaki takdirini son nefeste verecek,Şahsen kendi adıma kalbimdeki küfrün farkındayım,temizleyebilir miyim bilmiyorum.O sebeple bilmem nerdeki insan,eğer insan gibi yaşayabiliyorsa AllaH,onun hakkında belkide iman hükmedebilir,
      İnsanın şunu bilmesi lazım:Bu dünya’ya imtihan için gönderildik,Bu elekten(Dünya)geçemeyenleri cennete koysan inan orayıda cehenneme çevirirler.mesala cennette ,diğer müslümanın karısı benimkinden daha güzel diye ona göz koyup zorla almaya çalışırlar,
      işte biz buraya (dünyaya)nefsimizi eğitmeye gönderildik,nefsimizi öldürmeye değil ha. Eğitilen nefs,başkalarının hakkını çiğnemez,Kendinede zulm etmez
      o sebeple Yunus söyle demiş;se seni bil,sen seni

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »