Bir Yazılımcının Tükenmesi

Herkese uzun bir aradan sonra tekrar merhaba. 🙂 Uzun zamandır yazı yazıp teknik şeyler paylaşmıyorum. Bunun en önemli sebebi hayatımdaki bazı anlamların karşılıklarının yavaş yavaş değişiyor olmasından kaynaklanıyor. Aslında yazılım sektöründe çalışmaya başlayıp en güzel ve en iyi yazılımı yapmaya çalışma serüvenimin başlangıcında hayatımdaki bu anlamların karşılıkları çok daha farklıydı. Beni buralara sürükleyen şeyler de bunlardı aslında. Bu yazıda zamanı geri sarıp onlara bir göz atmak ve bir iç muhasebe yapmak istiyorum. Yapacağım bu muhasebe, yeni yazılımcı meslektaşlarım veya iş dünyasına yeni başlayacak arkadaşlar için daha iyi bir kariyer yapma noktasında yararlı olacağını düşünüyorum.

Tebrikler üniversiteden mezun oldunuz ve mühendislik kariyerinin ilk basamağını çıktınız. Araştırma, geliştirme, tasarlama, üretme konularında ucu bucağı olmayan mühendislik ve yazılım dünyasına hoş geldiniz. Bunun için çok heyecanlısınız. İçinizi yakıp kavuran bu üretme ve geliştirme aşkı ile iş aramaya koyuluyorsunuz haliyle. Fakat bu sırada tabi ki boş durmak olmaz. İşe başlamasanız da geliştirme yapmaya başlıyorsunuz. Platonun, “devlet” kitabında dikkatimi çeken şöyle bir sözle ifade edersem; “İnsan bütün isteklerini var gücüyle bir şeye çevirdi mi ne olur biliriz; hep o tarafa sel gibi akan isteklerin, geri kalan her şeye karşı gücü azalır.”. Yani ilk baştan itibaren kendinize ve hayatınızdaki diğer şeylere hiç zaman bırakmadınız. Bu yaptıklarınız size öyle zevk veriyordu ki sanki ölünceye kadar mühendislik veya yazılım yapabilecek gibiydiniz. Fakat bu sırada bir taraftan da hayatın gerçekleri, geçim problemleri ve para kavramları kafanızda daha belirgin bir hal almaya başladı.

Aradan belli zaman geçtikten sonra iş buluyorsunuz. Fakat girdiğiniz ilk işinizde Türkiye gerçekleri, yüzünüzde bir tokat gibi patlıyor. Sizin başlangıçta hayal ederek çalışıp öğrendiklerinizden çok farklı olarak piyasada günü kurtarabilecek usta kıvamında iş bekleyen, kalıpçılık yapıp saç bükerek bu günlere geldiğini söyleyen patronların varlığı sizi gün geçtikçe üzüyor ve strese sokuyor. Çünkü çalışma disiplinleriniz birbirine uymuyor. Buradan bunalıp patron şirketlerinden illaIlah ederek daha kurumsal firmalara girmek istediğinizde sizi beğenmeyen dinolarla, angarya işlerle ve ruh emici prosedürlerle yüzleşmeniz gerekiyor. Tüm bunların yanında tüm şirketlerdeki dedikodu, çekememe, kötü insan ilişkilerini es geçelim. Tüm bunlara lanet edip yine akşam eve geldiğinizde ne yapıyorsunuz? Tabi ki, yazılım, proje ve geliştirme. Aslında bunları bir nevi hobi olarak görüp bir cok sey öğrenerek kendinizi geliştirseniz de yine atladığınız bir şey var. O da kendiniz. Hayatınızdaki diğer anlamların yavaş yavaş içi boşalmaya başlıyor. Fakat bunun farkında bile değilsiniz. Evet hem zevk alıp hem üretip hem de kendizi geliştirmeniz güzel. Fakat hesaba katılmayan tek şey, bunun sonsuza kadar bu şekilde süremeyeceği.

Derken, yüksek Iisansa başladınız. Bir işte çalışarak diğer taraftan da tezli bir yüksek lisans yapmak demek, aslında akademik disiplin ile endüstri disiplini arasında sıkışarak belli bir süre anlam karmaşası yaşamak demektir. Bu karmaşa ileri vadede netleşerek insanı mesleğinde geliştirip ileriye götürse de yüksek çaba ve beyin gücü gerektirir. Bu çabanın gerekliliği olarak kendi projelerinizden zaman çalarak hatta çoğu zaman işten tüm geri kalan zamanınızı ve uykularınızı akademik alana veriyorsunuz haliyle. Ve yine kendinizi unuttunuz.

Yüksek lisansı da ter ve göz yaşları içinde bitiriyorsunuz. 🙂 Bu sevinçle belli bir süre çok birşey hissetmiyorsunuz açıkçası. Ve hayatınızdaki bazı anlamların neredeyse tamamen boşalmış olması, ortaya çıkan duygu durum dengesizliği, bir çok alandaki eksik yaşanmışlık birden kendini gösteriyor. Nasıl mı? Zaten dalgın ve unutkandınız. Fakat son zamanlarda. evin kapısını dahi açık unutmaya başlıyorsunuz. Kapının açık kaldığını ancak eve gelen kargocunun söylemesiyle farkediyorsunuz. Akşam çay demliyorsunuz ve sabah kahvaltı için ocağa bir gidiyorsunuz ki çaydanlık yanıyor ve ocak halen açık. Kendinizi gün boyu yorgun hissetmeye başlıyorsunuz. Bazen 17 saat uyuyorsunuz ama bu yorgunluk geçmiyor. İnsanlarla konuşmaya üşeniyorsunuz. Zaten yeterince sosyal değildiniz. Fakat tebrikler, şimdi asosyallikte bir mastır daha yapmaya başladınız. Hani aklınızdaki yapmayı halen çok istediğiniz o proje vardı ya? Bilgisayarın başına o geliştirme isteğiyle oturup saatlerce ekrana bakarak tek tuşa basamadığınız oluyor. Dikkatiniz o kadar dağılıyor ve toplamakta o kadar zorlanıyorsunuz ki yapmanız gereken gündelik işleri ya erteliyorsunuz ya da hiç yapmıyorsunuz. Çünkü sanki zaman siz jüpiterdeymisiniz gibi yavaş ama dünyada hızlı akıyor. Hayatınızda anlamsızlıklar belirmeye başlıyor. Neden yaşadığınızı daha fazla sorguluyorsunuz. İşler her zamankinden daha sıkıcı ve dayanılmaz bir hal almaya başlalıyor. Oysa çok iyi yazılımcıydınız ve sanki ölünceye kadar yazılımcı kalacaktınız. Sanki süper güçleri alınmış bir süpermen gibi kendinizi işe yaramaz ve güçsüz hissetmeye başladınız. Ve sonunda farkediyorsunuz ki siz iyi değilsiniz. Hemen bir psikolojik destek almanız gerekiyor.

Psikiyatri bir kaç seanstan sonra sizin tükenmişlik sendromuna girdiğinizi söylüyor. Avrupa yakasındaki Burhan’ın tabiriyle “Yandım. Bittim. Sendromu”. İlk başta Teoman ile aynı sendromu yaşadığınız için bir güzel hissediyorsunuz. 😀 Fakat bu öyle bir illet sendrom ki insanı mesleğinden, çevresinden, ailesinden eder. Zorla bir yerlere getirdiğiniz kariyerinizi bitirir. Bu kadar illet olmasına karşılık çözümü de basit aslında. Kendine zaman ayırmak.

“Kendine zaman ayırmak nedir?” diye soracak olursanız; dengeli yaşamak diyebilirim. Yani başta belirttiğim bazı anlamları hayatınızdan çıkarmamak. Bu anlamlar herkesiçin farklı olabilir. Benim için, insani ilişkiler, sanatsal ve bedensel zindeliği koruyacak spor, sosyal ve manevi (islami veya başka) aktivitelerdi. Düzenli beslenme ve kaliteli yaşama aslında baya farkettiriyor. Sadece bir alandaki zevkin veya isteğin peşinden sürüklenerek uzun zaman boyunca bunların eksikliğinde yaşamış olmak, sonucun da beni bu sendroma itti. Yolun başında olan meslektaşlarıma önerim, kesinlikle tatil yapmaları, kendilerine yeterince zaman ayırmaları. Çok fazla mesaiye kalmamaları. Ancak bu sayede hem kariyerinizde hem de hayatınızda başarılı bir birey olabilirsiniz. İşin diğer ucundaki geçim problemlerini, gündelik hayat zorlukları ve Türkiye gerçeklerine değinmiyorum. Zaten onlar içler acısı. Fakat ne durumda olursak olalım, dengeli yaşayabilir içimizdeki bu problemi çözebiliriz.

Şimdilik sağlıcakla kalın ve dualarınızı eksik etmeyin. 🙂

Yusuf

Yusuf

Bir Mühendis.

Önerilen makaleler

1 Yorum

  1. Avatar

    Ayni duygular herkeste olusuyor gunumuz Turkiyesinde….Eger bir parca ruh acinin gecmesini istiyor isen senin gibi damdan daha once dusup bu problemleri halletmis birisi ile gorusmek istersen….ierkutlu@hotmail.com
    selamlar…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »