Unutulmak, nasıl bir şey? Unutulmak, sanırım varolmamak ile eş değer bir şey. Hatta unutulmak, varolmamanın ızdıraplı halidir. Sessizlik, bir bıçak gibi keser insanın bedenini. Ve kimsecikler duymaz çığlıklarını. Ne gariptir düşünmek, kimse bilmezken seni. Kafan kadar yalnız kalırsın. Düşüncelerin kadar acınası. Kendine acımayı bir türlü bırakamazsın. Sadece bilinmek istersin. Kendine acıdığın hikayenin bilinmesini istemek ne gariptir. Ben ise bu günlerde unutulmuş olmayı iliklerime kadar hissediyorum. Anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki. Konuşsam, ağlamaya fırsatım olmayacak. Bu yüzden hiç tercih edilesi gelmiyor anlatmak. Oysa öyle koşmuştum ki. Dur durak bilmeden, soluk soluğa, nereye koştuğumu görmeden. Nereye düştüğümü umursamazken, hep birisini mutlu etmek istemiştim. Fayrap bir ateş yanardı bağrımda. Bazen bunun beni güçlendirdiğini sanardım. Bir süre sonra anlamsızlığını farkettim koşmanın ve düşmenin. Aslında kırık bir plaktım, çaldığımda hışırtılı bir ses çıkaran. Her koşuşumda bu hışırtı çalardı, kimse bilmedi içimdeki melodiyi. Kim bilecekti benim içimdekini? Niçin koştum bu kadar? O kadar parçaladım ki kendimi duyuImak için; Sonunda hepten kırıldım. Tüm kırılmışlıkların nihayetinde geriye tek ben kaldım. Unutuldum ve köşeye atıldım. Yine de uslanmadım. Diyar diyar gezdim çöplüklerde. Biri beni duyar belki ümidiyle. Hayata karşı duyduğum bu müthiş deli saçması isteğe karşı, yıldım. Ve yanlış yerde yanlış şeyi aradığımı farkettim. Artık ağzımda tek bir melodi dolaşıyor bu günlerde. Dünyadan uzak, deryaya yakın…