Dünya genelinde bir çok demokratik ülkede karizmatik liderler; siyasi muhaliflerini kötüler,katı bürokratik olan devlet kurumlarını hor görür ve halkın duygusal zaaflarından faydalanır.
Bazı siyaset bilimcileri bu yaklaşımı otoriter ve faşist olarak nitelendirir. Çünkü bu davranış, seçmenleri maniple ederek toplumu böler ve toplumdaki güveni sarsarak ayrışmayı sağlar. Fakat bu tarz bir siyaset, etik olmasa da demokratiktir ve genel ismiyle Populism olarak bilinir. Popülism terimi, kökünü Latincedeki halk anlamına gelen “populus” kelimesinden alır ve antik Roma’dan beridir varlığını sürdürmektedir. Popülist siyasi hareketler, günümüze kadar monarşi gibi bir çok güçlü ve merkeziyetçi yönetimlere karşı ayaklanmıştır. Fakat son 70 yıl içinde Populism farklı bir türe evrilerek modern Populism’i oluşturdu.
Öncelikle bu siyasi hareketi anlamak için bu hareketin toplumdaki hangi ihtiyaçtan kaynaklandığını anlamak gerekiyor. 2. Dünya savaşından sonra Avrupa’da bir çok ülke, totaliter ideolijiden uzaklaşmak istedi. Çünkü, totaliter ideolojiler, insan hak ve özgürlüklerini hiçe saymış, toplumlarda telafisi zor olan yaralar açmıştı. Bu sebeple siyasi uzlaşıyı hedefleyen, insan hak ve özgürlüklerine saygı duyan yasaların egemenliğini merkeze aldılar. Medeni haklar, Siyasi haklar ve Mülkiyet haklarını temel unsur kabul eden ve adına liberal demokrasi dediğimiz bu sistemi bir çok Avrupa ülkesi benimsedi.
İlk olarak liberal demokrasiler, toplumun genellikle bir biri ile çatışma içinde olan bir çok farklı düşünce, inanç ve etnik guruptan oluştuğunu kabul eder. İkinci olarak liberal demokrasiler, toplumdaki bu ihtilaf gruplarının çatışmalarına rağmen kapsayıcı ve ortak bir paydada buluşabilmesini gerektirir. Sonuç olarak liberal demokrasiler, yasaların egemenliğine dayanır ve azınlığın haklarını korumayı amaçlar. Birlikte ele alındığında bu idealler, toplumdaki farklı gurupların birbirine olan tahammülsüzlüklerini tolere eden ve onları birbirlerinin gazabından koruyan toplumsal anlayışı ve kamu kuruluşlarını ön plana çıkarır.
Bu sayede Liberal demokrasi anlayışı, bu güne kadar bir çok Avrupa ülkesinde istikrarın sağlanmasında etkili oldu. Fakat her ideoloji ve sistemde olduğu gibi bu sistemin de bazı açıkları vardı. Bürokrasinin tekelleşmeye başlaması ve katılaşması ile bir tarafta kamu kurumlarından çokça faydalanabilen diğer tarafta da kamu hizmetinden hiç faydalanamayan, kamudan az hizmet görmüş ve kamu mercilerine güvenmeyen toplumsal guruplar meydana getirdi. Siyasi yozlaşma, kamu güvenine zarar verdi. Yozlaşan siyasi liderlere ve kamu mercilerine olan güvenin sarsılması ve büyüyen dargınlık, vatandaşları devlet kurumlarına ve bürokrasiye meydan okuyan, vatandaşların ihtiyaçlarını her şeyin önüne koyan yeni bir lider arayışına itti. Demokrasilerde, nüfusun çoğunluğu eğer çıkarlarının yeteri kadar temsil edildiğini hissederse mevcut düzeni değiştirmek için demokratik bir lider seçebilirler. Buradaki problem, iddialı ve modern popülist liderlerin liberal demokrasi düzenini tamamen bozarak sistemi istedikleri gibi eğip bükmeye çalıştıklarında başlar. Modern popülistler, kendilerini halkın savunucusuymuş gibi görüp bireylerin sosyal haklarını koruyan kamu kurumlarının üstünde tutarlar. Kamu kurumlarının yani devletin küçük bir azınlık tarafından ele geçirildiğini ve bu küçük azınlık gurubun halkın çoğunluğunu istedikleri gibi yönetip kontrol ettiğini iddia ederler. Ve bunun sonucunda artık liberal demokrasinin teminatı olan bireysel hak ve özgürlükleri koruyan kamu kurumlarını lağvedip sistemi tamimiyle liberal demokrasi anlayışının tersine çevirirler. Yani bu süreç, halkın sözde ortak iradesiyle aynı fikirde olmayan bağımsız mahkemelerin , özgür basının, güçlü anayasal kuruluşların kara propagandaya maruz kalarak bir süre sonra tamamen tek taraflı ve otoriter siyasi merciye bağlanmasıyla sonuçlanır.
Yakın gelecekte Modern Popülist liderler, bir çok ülkede ortaya çıktı ve birbirlerine oldukça benzerler. Bu liderler, genellikle kendilerini halkın sözde ortak iradesiyle seçilmiş olarak gören karizmatik liderlerdir. Destekçilerine sınırları aşan vaatlerde bulunurlar. Muhalifleri ise ülkenin kuyusunu kazan hainler olarak görürler. Bu kişiler, samimi ya da çıkarcı fırsatçı kişiler de olsalar, liberal demokrasileri ve siyasi istikrarı bozarlar. Hatta, halka verdikleri vaatleri yerine getiremediklerinde ve iktidardan düştüklerinde bile siyasi söylemleri, yasa egemenliklerini ve kamu güveni üzerindeki etkilerini devam ettirebilirler.
Sanırım bu anlatımlarla Türkiye’nin son 30 yıllık geçmişini aklınızda canlandırabilmişsinizdir. Şimdilik hoşça kalın.