Düşün Düşün Nereye Kadar?

“Bana dünyadaki tüm parçacıkların konum ve hızlarını verin, size geleceği söyleyeyim.” Diyor Laplace.  Benim gibi mühendislik fakültesi mezunu arkadaşlar Laplace’ı iyi tanırlar. Mühendisler, yıllar boyu evrendeki sebep ve sonuçları matematiksel ve mantıksal olarak modelleyerek bu modeller ile gündelik hayatta kullandığımız teknikleri geliştirdiler.  Laplace gibi matematikçiler ise mühendislerin matematiksel problemlerine çözümler üretti ve bu sayede teknoloji gelişerek bu günkü haline evirildi. Matematik, bize evrende hiç bir şeyin rastgele olmadığını ve her olayın bir sebepten kaynaklandığını gösterdi. Bu yüzden, eğer bir yerde matematikten bahsediyorsak, orada bir düzen ve ölçü vardır diyebiliyoruz. Çünkü, matematiğin olduğu her yerde; her şey öngörülebilir, hesaplanabilirdir. Peki gündelik hayatımızda yaptığımız her seçim, kabul ettiğimiz her doğru, matematik kadar net ve kesin olabilir mi?

Oysa gündelik hayatta yaptığımız seçimlerde her doğru bu kadar net değil. Başımıza gelen olayların bizim için nihai olarak iyi olup olmadığını dahi bilemezken yaptığımız seçimlerin kesin doğru olduğunu nasıl söyleyebiliriz? Doğru konusundaki tüm bu muğlaklık, bizim cehaletimizden mi kaynaklanıyor yoksa gerçekten mutlak bir doğru olmadığından mı? Tarih boyunca süre gelmiş bu muğlaklığa bir cevap arayan düzinelerce felsefeci ve düşünce akımı bize tek bir gerçekliğin olduğunu gösterdi; Şüphe!

Antik yunan filozoflarından itibaren oluşan farklı bakış açılarının ve düşüncelerin çokluğu beraberinde sadece kuşku ve eleştiri getirmiştir. Çünkü her düşünce akımı kendi çıkarımlarından farklı doğrulara erişir ve kimi zaman birbirleriyle çelişir. Tüm bunlar, şüphecilik anlamına gelen septisizmi günümüze kadar daim kıldı. Septisizm, tarih öncesinden bize her düşünce ve mantıksal yaklaşımın bir şekilde çürütülebileceğini söyledi. Şu ana kadar bu düşünce akımının haksızlığını gösteren herhangi bir somut yaklaşımın olmaması felsefe açısından ciddi sorunlar teşkil etmiştir. Septisizmin tek karşıtı dogmatizmdir. Aslında dogmatizm, bir düşünceden ziyade inançtır. Belli otoritelerce belirtilmiş bir olgu hakkında şüphe duyup onu irdelemeyi reddeder ve onu olduğu gibi kabul eder. Felsefeciler, dogmatik yargıları sevmezler. Çünkü, dogmatizm düşünmenin önündeki en büyük engeldir. Bana kalırsa, düşünmek dediğimiz eylem; septisizm ile dogmatizm aralığında gerçekleşir ve bu iki anlayışı da kapsar. Yani bu iki uç anlayış, düşünmek eyleminin menzilidir. Her düşünce, şüpheyle başlar, belli çıkarımlar doğrultusunda araştırma ile devam eder ve sonunda bu çıkarımların kabullenilmesiyle veya onların doğruluğuna inanılmasıyla sonuçlanır.

Aristo, “İnsan, düşünebilen bir hayvandır.” Der. Yani, insanın en belirgin özelliği, düşünebilmesidir. Bu yüzden, düşünmeden var olan bir insan, hem kutsal kitaplarda hem de felsefede aşağılanmış bir varlıktır. Bu prensip, varoluş felsefesinin de en temel prensiplerini oluşturuyor.  Buradan şu çıkarımı yapabiliriz; Eğer insanı yüceleştiren düşünmek ise, düşünmeyi de var eden; şüphedir. İnsanın, bu hayatta insan olarak var olabilmesi için şüphenin olması gerekir.  Devamında ise, düşünerek elde ettiği çıkarımlarını eyleme dönüştürebilmesi için onları kabul etmesi ve onlara inanması gerekir.

Kendinize hiç bir şüphenin olmadığı bir hayatın nasıl bir hayat olabileceğini sorun. Sanırım, her şeyin kesin ve belli olduğu bir hayatta her insan, mevcuttaki yaratılmış tüm sebepleri, bu sebepleri yaratan zat kadar biliyor olması gerekirdi. İşte o zaman belki, her şeyin teorisini bulup her şeyin matematiğini yaparak Laplace’ın söylediği gelecek bilgisine de ulaşabilirdik. Herkesin ne zaman ne yapacağını, ne zaman ölüp unutulacağını bilirdik. Şüphenin olmaması, inanç tanımını da tamamen ortadan kaldırırdı. Oysa ne yapacağımızı ve neyin doğru olduğunu kesin olarak bildiğimiz bir hayatta yaşamak, hiç de tercih edilir bir hayat olmazdı diye düşünüyorum. Çünkü böyle bir hayatta düşünmek, fikir üretmek, ilham almak, sanat yapmak olmaz, farklılık ve çeşitlilik, hazlar ve acılar anlamsız olurdu. Bununla beraber hiç bir şey için çabalamaz, hiç bir amaca ulaşmak istemezdik. Buna rağmen insan, tüm bu kalıplardan, bilgilerden, matematikten, düzlük ve anlamsızlıktan kurtulup kendi iradesinin hakkını vermek ve inadına ters şeyler yaparak kendi canına kastetmek istemez miydi? Eğer böyleyse şüphenin hayatımızda her daim olduğuna şükretmemiz gerekir.

Bununla beraber kendimize, hayatımızdaki eylemleri neden gerçekleştirdiğimizi ve neden bir amacımızın olduğunu sormalıyız. Hepimiz öleceğimizi ve bir süre sonra dünyada olmayacağımızı bilirken ve en önemlisi bu kısa zaman diliminde edindiğimiz amaçların doğru olup olmadığı hakkında kesin bir malumatımız yokken neden ve niçin bu amaçlar peşinden koşuyor, bu eylemleri gerçekleştiriyoruz? Eğer, bunun basit cevabı, haz ve faydaları yaşamaksa; amaçlarımızın bize kesin olarak bu haz ve faydaları getireceğini söyleyebilir miyiz? Fikrimce, bu konuda kendimize ne cevap verirsek verelim sonunda mantıken ulaşacağımız tek sonuç, kesin olarak hiç bir şey söyleyemeyeceğimiz gerçeğidir. Bu durumda aslında amaçlarımızın doğruluğuna yalnızca inanabildiğimizi anlayabiliriz.

Şüpheyle başlayıp düşünce ve araştırmayla devam eden her eylemin sonu muhakkak inanca çıkacaktır. Çünkü bir düşünce, ancak inanç ile eyleme dönüşebilir.  Yaşama ait tüm sebepleri bilememek, bize düşüncelerimizden çıkardığımız sonuçlara inanmak dışında bir seçenek bırakmıyor. Kanaatimce, bu dünyada yaşıyor olmamızın en temel üç anlamı; şüphe etmek, aramak ve inanmaktır. İnanmak, bu zincirin en sonudur ve ilki olamaz. Eğer inanmayı ilk sıraya koymaya çalışırsanız, onun adı inanmak değil, cehalet olur. Bu yüzden, düşünmeden ne inanabilir ne de insan olarak var olabiliriz.

Kuranda betimlendiği kadarıyla, peygamberler insanları uyarıp kendilerinin peygamber olduklarını söylediklerinde, o topluluktaki insanların bazıları, uyarıcı olarak neden insan gönderildiğini sorguluyor. Uyarıcı olarak bir insanın gönderilmesi yerine kanatlı bir meleğin gönderilmesi veya Allah’ın kendini direk gösterip bu şekilde şüphenin ortadan kaldırılması onlara daha cazip geliyor.  Buna karşılık ayette geçtiği üzere, eğer böyle bir şey olsaydı, her şey bitmiş ve hakkınızda hüküm verilmiş olurdu deniliyor. Fikrimce, burada şüphenin ne kadar mühim olduğuna değiniyor Allah.  Şüphe olmasaydı, inanç, iyilik ve kötülük gibi anlamlar da olmazdı. Doğal olarak yaşamın da bir amacı ve gereği olmazdı. Demek ki hayatımızda her şey kesin olmaması gerekiyor. Nasıl ki yaşamak için nefes alıyorsak, bu dünyada insan olarak var olabilmek için, düşünmek ve yücelmek için şüphe duymamız gerekiyor.

Bu yüzden okuduğumuz her kitabı, ön yargısız olarak okumalı, düşüncelerimizi tenkit eden her fikri hassasiyet ve önemle değerlendirmeliyiz. Halen birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var.

Yusuf

Yusuf

Bir Mühendis.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »