Bazı zamanlar aniden kendi basitliğimle yüzleşiveriyorum. Aynalarda tarihin eskittiği binlerce aynı basitlikte yüzler görüyorum. Bu yüzler bana nasihatlar edip mutlu olmanın yollarını söylüyorlar. İşte bu basitlik, canımı sıkıyor. Basit biri olmaktan gocunduğum için değil. Hissettiğim onca karmaşık duyguyu ve içinden çıkılamaz dağdağlı problemi çok basit, akılcı yöntemlerle çözebileceğimi anlatmaları ve buna karşılık ne bir şey söyleyebiliyor ne de bir şey yapabiliyor olmam üzüyor beni. Hayat denilen bu pencere, belki herkese farklı şeyler gösteriyor olabilir. Fakat, özünde felsefesi çok basit. Canlı olarak tabir ettiğimiz her varlığın bu dünyada çok basit amaçları var. Ve herkes bir noktada bu amaçlar doğrultusunda yaşıyor. Sanki bu basit amaçları gerçekleştirdiğimde her şey biraz daha güzel olacakmış gibi duruyor. Fakat, çözümün bu kadar basit olmasına kıyasla her nefeste hissettiğim bu ağırlığı nasihat eden o yüzlere açıklayamıyor olmak, işte asıl canımı sıkan şey bu.
Ne de olsa akıl vermek, her zaman çok kolaydır. İddialar, iddialar… Sonu gelmeyen, tükenmeyen iddialar. Fakat hiç bir zaman vardıkları bir son nokta yoktur. Zamanında ben de bol bol iddia sahibiydim. O iddialardan geriye kimsenin umrunda olmayan, kimi kırılmış, kimi ortasından kesilmiş, kimi gerçeklere sığdırılmak için bükülmüş hayaller kaldı. Şimdi düşününce iddia etmenin ne kadar da cahilane bir şey olduğunu anlıyorum. Ne yazık ki bir şeyleri anlamış olmanın geri dönüşü yok. Artık anlamak istemiyorum, anlamıyorum diyemiyorsunuz. Onu bilmeye mahkum olmak, böyle bir şey. Bana kalırsa insana cehennemde yanmasının dışında verilen en büyük cezalardan biri de kendi akıbetini anlamasıdır. Bu yüzden bilmek, bazen bana bir ceza gibi geliyor. Tıpkı bunun gibi, ben de bu hayatta iddia etmenin cahillik olduğunu anlamış biri olarak artık, ne iddia edebiliyor, ne de konuşmaktan ve düşüncelerimi dile getirmekten vazgeçebiliyorum. Galiba cahilliğin başka bir evresini yaşıyorum. Bu durumda hayata karşı bol bol basit iddiası olan insanların bu iddialarına karşılık bir iddiam olmadığından onları kabul etmek durumundayım. Kabul ediyorum etmesine ama gel gelelim içimde dinmek bilmeyen haşin fırtınalarla bu basit çözümleri bir türlü bağdaştıramıyor, durumu bir türlü herkesin anlayabileceği şekilde dile getiremiyorum. Bu da beni hüzünlendiriyor ve soluduğum havanın ağırlığını daha da arttırıyor.
Artık bana atfedilen her şeyi kabul edebilirmişim gibi bir halim var. Fakat bunlar, içimdeki acıların bam telleriyle ördüğüm, o hoyrat dünyada anlamsız kalıyor. Sanki insanlığın yaşadığı tüm acıları bağrımda taşıyorum. Fakat onların ağırlığını bir türlü kaldıramıyorum. Kaldıramadığım her an aynalardan yansıyan bu nasihatler, bu ağırlığın üzerine yük bindirmekten başka bir işe yaramıyor. Hiç bir yere gidemiyorum. Kendime hapsolmuş kalmışım. Bazen, kendi gönlümdeki parmaklıklar ardından geç kaldığım hülyalarıma dalıp gidiyorum. Hiç bir yere gidememek beni daha da tembelleştiriyir. Çünkü böyle zamanlarda yaşamak yerine hayal kurmak daha güzel geliyor. Tembelleşiyorum, tembelleşiyorum… Düşüncelerim uyuyana kadar hayal kuruyorum sadece. İşte zaman böyle akıp giderken ve kendi hazin dünyamdayken birden bire aynalarda gerçek basitliğimle yüzleşiveriyorum. Aslında bunun diğer adı, sığlıktır bence. Bu hayatta hep sığ olmaktan kaçıp derinlikler aramış biri olarak bu anlamsızlıklar bana hep zul geliyor.
Her şey sebep ve sonuç değil mi? Aslında bu kadar basit. Tıpkı bir oyun gibi. Ne kadar kurallara göre iyi oynarsan o kadar başarılı ve mutlu olursun. Bir oyunun tüm kuralları bellidir. Ne zaman yanlış yaptığını, nerede, ne yapman gerektiğini ve nasıl kazanacağını bilirsin. Bu yüzden oyunu oynarken, onu kazanmak dışında başka bir amaç aramaz, oyun dışında çok da düşünmezsin. Fakat benim gibi insanlar, oyunu kaybedenleri, sonrasını ve oyunun taşıdığı anlamları düşünmeden edemezler. Mantıken saçma sebeplerle oyunu kuralına göre oynamaz, yanlışlar yapıp, sonra da kendilerini üzer dururlar. Evet bu açıdan durumum tam olarak bu. Sanırım kabul etmekten başka çarem yok. Söylemesi ve kabul etmesi kolay olsa da bu salt mantığın, içimde yükselip duran feryatları hiç bir zaman susturamadığı da bir gerçek. Bu sesler bana hep bu oyunun kendisinden, daha derin, daha anlamlı şeyler söylediler. Eğer gerçekliğin ne olduğunu tartışacak olursak, benim için hep bu sesler daha gerçek olmuştur. Fakat, akılcı çözümlerle bana o derinlik değil, dünya da oynanılan bu oyunların sığlığı daha gerçektir denildiğinde, ölüm bana gayet daha kolay, yaşamak daha hazin geliyor.