Yeni Dünya

Benim üniversite okuduğum zamanlarda mühendislik fakültelerinde girişimcilik ve inovasyon çılgınlığı vardı. Belki de halen vardır. Sadece ben, fazla akıllandığım için bu muhabbetlerden uzaklaşmışımdır. Fakat eskiden gece, gündüz girişimcilikten bahsedip inovasyonu kutsardık. Çılgınlar gibi Steve Jobs ve Elon Musk’ı över, okul ve diplomayı yererdik. Derslerimizi ve eğitim sistemini de bu açıdan hor görürdük. En sonunda üniversiteler bu toplumsal algıya dayanamayıp müfredatlarına inovasyon adı altında bir takım gayritabii dersler eklediler ki şimdilerde bana ne kadar da saçma geliyor.

Esasen, üniversite mantık olarak bir meslek edindirme kurumu, geçim kapısı değildir, olmamalı. Çünkü, üniversitenin kuruluş mantığı ve tarihi geçmişi, insanların fikren derinleştiği, düşüncelerini tartıştığı, sorguladığı ve araştırma yaptığı bir kamusal alan olan Platon’un Akademia’sına dayanır. İdeal bir toplamda insanlar mesleklerini üniversitelerden bağımsız olarak meslek okullarından, zanaat kurslarından veya herhangi bir meslek grubundaki işin erbabının yanında çalışarak edinirler. Çünkü meslek edinmenin doğası tamamen deneyseldir. Üniversitelere gitmenin asıl sebebi ise aydınlanma ve derinleşmedir. Fakat yakın yüzyılda üniversiteler, popüler kültürün bir parçası haline geldiğinden her türlü öğrenimin adeta içine tepiştirildiği, etrafında devasa paraların dönderildiği, topluma sayısız vaatler sunan bir endüstriye dönüştü. Halbuki üniversite mantığı ile endüstri mantığı birbiriyle çelişir. Üniversitelerde amaç, maddi bir fayda gütmeksizin araştırma ve gözlem yapmaktır. Endüstri ise tamamen para kazanmaya dayalı ve ürüne odaklı çalışır. Bu iki misyonu da Üniversitelere yüklemeye çalışınca sonuçta böyle ucube bir görüntü oluşuyor. Örneğin, “Bizim falanca hoca, filanca işten hiç anlamıyor. Bir de hoca olacak…” derdik biz de. Halbuki bir öğretim görevlisi, endüstride o meslek grubunda hiç çalışmadığından endüstriyi, oradaki işleri bilememesi, endüstrinin prensiplerini kavrayamamış olması gayet doğaldır. Evet bir takım yüzeysel bilgileri olabilir. Fakat onun işi esasen, araştırma yapmak kendi alanında fikren derinleşmektir. O meslek grubundaki bir işçi bile ondan daha fazla deneysel bilgiye sahip olabilir.

Girişimcilik veya ticaretten ciddi paralar kazanan insanlara baktığınızda genel olarak daha düşük eğitim seviyelerine sahip olduklarını görebilirsiniz. Çünkü hayat, genellikle entelektüeliteyi değil, cesareti ödüllendirir. Üniversite eğitiminin amacı ise cesur olmak değil, daha ihtiyatlı olmaktır. Bu yüzden, evet, bilinç ve anlayış arttıkça őzgüven azalır düşüncesindeyim. Çünkü derinleşme, nesnel dünyanın yüzeyselliğini farketmekle başlar. Böyle biri için girişimcilik de para kazanmak da yüzeysel olduğundan onu motive eden veya uğruna çabalanacak bir uğraş olamaz. Bu yüzden, belki girişimci arkadaşlar bana biraz kızacak ama söylemek zorundayım ki girişimciler genellikle yüzeysel yaşayan ve çok derin düşünmeyen insanlardan çıkar. Yani bana göre aslında girişimcilik ile cahil cesareti dediğimiz şey arasında o kadar da büyük fark yoktur. O camiadaki her şey bir istatistikten ve dar bir rasyonel mantıktan ileri gelir.

Aslında bunu girişimciliği kötülemek veya akademiyi yüceltmek için söylemiyorum. Girişimci de kendi alanında başarılıdır, üniversitedeki hoca da kendi alanında başarılıdır. Sadece burada önemli olan, hayatınızdaki başarı kriterini neye göre belirlediğinizdir. Başarı, göreceli bir kriterdir ve bu kriterler tüm alanlar için farklı hatta birbirinin tam tersi olabilir. Bu yüzden pratik yaşamın ve okulun ödüllendirdiği kriterler farklıdır.

Günümüzdeki bu girişimcilik çılgınlığını ve kazanma tutkusunu Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya” kitabındaki distopya toplumunun özelliklerine benzetiyorum. Yalnızlıktan kaçış, her an mutluluğu kovalama ve yüzeysel bir kazanma, daha fazlasını isteme durumu. Aslında bu sistem, en sonunda insanları metalaştırmaktan ve değersizleştirmekten ileri gitmiyor. Çünkü, bu dünyanın nesneleri çoğaldıkça, insani değerler ve insanlık azalmaya yüz tutuyor. İnsanın nesnelere ve nesnelere olan tutkusuna sarıldığı bir dünya, derinlikten ve insanlıktan uzak olmak zorundadır. Derinlikten uzaklaşınca hayvan olmaya yakınlaşırız. Çünkü insan, düşünebilen bir hayvandır. -Aristoteles

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »