Popülizm Nedir?

Yakın zamanda Jan-Werner Muller’in “Popülizm Nedir?” kitabını okudum. Sosyoloji ile hiç bir ilgim olmamasına rağmen neden bu tarz şeyleri okuma gereği duyuyorum? Çünkü bana göre bu şeyler, iş ve aile gibi toplumsal yaşamın her alanında önemli şeyler. İnsanın kendisini tanıması ne kadar kariyeri ve sosyal hayatı için önemliyse, yaşadığı toplumu tanıması da o kadar önemli. Siyaset yapmasak bile hepimiz bu toplumun içerisinde yaşayıp toplumun genlerinden kendi payımıza düşeni alıyoruz. Düşüncelerimizi, yaşantımızı, alışkanlıklarımızı toplum anlayışı ve yaşadığımız çevre belirliyor. Bu yüzden her düşünce ve anlayış bir süre sonra siyasete dönüşüyor.

Liberal demokrasilerde çatışma ve ayrılıklar her ne kadar toplumsal bir gerçek olarak kabul edilse de her zaman kapsayıcı bir ortak paydadan bahsedilir. İşte bizim ortak paydamız; aldatma, kayırma, haksız kazanç, yozlaşma… Hal böyle olunca durum bizim için çok daha problematik oluyor. Hegel, Liberalizme eleştiri olarak bir özgürlük kuramından bahseder. Bireysel özgürlüklerin toplumsal etik ve anlayışla çelişebileceğini ve bunun ileri vadede toplumu bir çeşit paradoksa sokacağını, toplumsal ve bireysel tutarsızlıklar yaratacağını öne sürer. Bu tutarsızlıklar ise ne Liberalizme ne de Komünizme sığan bir toplumsal yaşamı oluşturur. Aslında Hegel’in bahsettiği bu paradoksu toplum olarak sürekli yaşıyor, içinde dönüp duruyoruz. Böyle bir düzen, Liberalizmden, etiği olmayan bir popülizmi, bu etik anlayışı olmayan popülizm ise başka popülizmler doğuruyor. Sonuçta Liberalizm de kalmıyor, eşitlik ve adalet de, etik değerler de.

Popülist bir toplumda Liberal Demokrasiyi yakalayabilmek pek mümkün değildir. Yani bu gün sürekli adil olmadığını öne sürerek demokrasiyi taşlıyoruz ama taşladığımız şey aslında demokrasinin kendisi değil, adına demokrasi dediğimiz popülizmdir ki ana hatları şunlardır;

* Halk – Elit Karşıtlığı : Toplumda kesin bir şekilde yaşanan halk ve elitler (entelektüeller ve eğitimli insanlar) arasındaki ayrışma

* Lider Kültü: Karizmatik Liderlere olan inanç ve bağlılık

* Linç Kültü: Çoğunluğun azınlığı toplumsal yaşamın her yerinde domine etmesi

* Çoğunlukçu Demokrasi Anlayışı: Çoğunluğun iradesinin her şeyin üzerinde olması

* Anti-Kurumsalcılık: sivil toplum örgütleri, bağımsız mahkemeler ve özgür basın gibi kurumlara olan tahammülsüzlük, kurumların kara propagandaya maruz kalması ve sonunda lavedilmesi

* Milliyetçilik ve Kimlik Siyaseti: Sıkça siyasiler tarafından kullanılan milliyetçi ve kimlik temelli argümanlar…

Sanırım bunlardan yaşamadığımız yok. Hepsi yaşandı ve test edildi. Kabul etmek gerekirse her toplum, belli ölçüde popülisttir. Fakat biz, dibine kadar popülist bir toplumuz ve tabi ki bunun bazı gerekçeleri var. Bir taraftan yozlaşan diğer taraftan sağlam bir kabul ve linç kültü ile çoğunlukları arkasından sürükleyenlerle dolu bir toplumda yalnız kalmak veya bu çoğunluğa katılmak dışında pek bir seçenek yok gibi. Bu ise toplumun değer ve fikir üretebilme potansiyelini sömürüyor. Toplumsal değerler yozlaşıyor ve bu yozlaşma kalabalıklar arasında yalnızlaşan yığınlar bırakıyor.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »