Toplumsal

Yakın zamanda oynadığım oyunların etkisiyle Chiristopher Gravett’in “Ortaçağ Şövalyeleri” diye bir kitabını merak edip okumaya başlamıştım. Sonra Suriye’deki bu olaylar beni orta doğuda yaşanılan bu bitmeyen kavganın ortaçağ Avrupa’sına ne kadar çok benzediğini düşündürmeye başladı. Bitmeyen mezhep savaşları, kan ve gözyaşı, açlık ve sefalet. Ortaçağ Avrupasında feodal yapılar bu şekilde oluşuyor. İnsanların canı o kadar ucuz ve ölüm onlara o kadar yakın ki herkes ferdi hakkından vazgeçip her şeyini, kendisini bu ortaçağ karanlığı ve kargaşasından korusun diye feodal otoritelere veriyor. Doğunun güçlü ve emperyal kuvvetleri karşısında çaresizce korkuyorlar. Şövalyeler adında bir nevi hayali kahramanlar yaratıp tüm gerçeklikten kaçmaya çalışıyorlar. Tabi belki gerçekten iyilik ve doğruluk için çalışan şövalyeler vardır, kim bilir. Fakat çoğunluğa bakılırsa tarihsel gerçek hiç de öyle değil. Bu şekilde güçlenen feodal otoriteler, aslında daha fazla zorbalaşıp daha fazla kan dökmekten başka bir şey yapmıyor. Bu durum şu an orta doğuda hiç de farksız değil. Bir tarafta batının kuvvetli emperyal güçleri, diğer taraftar zorba feodal diktatörler. İkisi de birbirinden beter ve ikisi de orta doğu toplumları için ölüm veya sefaletten başka bir şey vaadetmiyor.

Aslında bu sorunun en kökenine inersek, orada her zaman toplumsal bir cehalet olduğunu görüyoruz. Toplumlar cahil kalmadığı sürece hiç bir zaman birbirine düşman olmaz. Bir başka değişle, bir toplumun en büyük düşmanı herhangi başka bir toplum veya devlet değil, sadece cehalettir. Cehalet, sefaleti oluşturur. Yani, aslında cehalet ve sefalet birbirinden kaynaklanır. Her neyse sonuç olarak, orta doğuda genellikle kimin başa geldiği ve güç dengelerinin nasıl değiştiği toplumların refahını asla etkilemiyor. Toplumlar, cahil kaldıkları sürece her türlü zillete mahkumlar.

Tabi insan tüm bu kargaşayı görünce ister istemez kendi devletine şükredip daha bir devletçi oluyor. Ve bazı konularda töleransı azalıyor. Fakat, düşününce ortaçağdaki Avrupalıların yaptığı şey de tam olarak buydu. Böyle yapmanın yanlış olduğunu söylemiyorum. Lakin böyle yapmanın, toplumları ileri taşıyan ve medeniyeti geliştiren bir şey olmadığı da açık. Aslında bu durum karşısında daha fazla kaleme kitaba sarılmak, toplumdaki muhalif görüşteki insanları daha fazla dinleyip değerlendirmek, töleransı arttırabilmek ve bilgi sahibi olan, entellektüel insanlara daha fazla önem vermek gerekiyor. Devletten ziyade demokrasi ve adalete, çoğulcu ve popüler görüşten çok, akılcı ve entelektüel düşünüre sahip çıkmak gerekiyor. Çünkü bir toplumu cehaletten kurtaracak şeyler bunlardır. Cahil ve sefil kalmadığımız sürece korkmamız da gerekmez.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »