Başarı ve Mutluluk

Aşağılık Kompleksi tabirini psikolojik bir terim olarak ilk defa Adolf Adler’in “İnsan Tanıma Sanatı” kitabında okumuştum. Adler’e göre insanı harekete geçiren ilk motivasyon, yetersizlik hissi ve daha üstün olmak isteme duygusudur. Bir açıdan iyidir. Fakat insan, sürekli kendisinden daha iyi durumda olan insanları gördükçe ve kendisini bu insanlarla kıyasladıkça daha yetersiz hisseder. Sonunda bu yetersizlik hissiyatlarını yönetemez ve bu duygular kendi içinde bir aşağılık kompleksine dönüşür. Aşağılık kompleksi, insanın yetersizlik hissiyle başa çıkmak için kendince geliştirdiği bir davranış şeklidir. Bu davranışlar genel olarak, alaycı ve küçümseyici bir dil kullanarak başkalarının hatalarına odaklanma ve eleştirme ile baş gösterir. Sürekli başarı peşinde koşmak, kendini kanıtlama çabası ile aşırı çalışmak, aşırı özgüven sergileme ve kibirli davranışlar, dikkat çekmek için abartılı konuşma ve hareket etme gibi bir çok davranış şeklini aşağılık kompleksi kategorisinde sayabiliriz.

Küçüklükten itibaren komuşunun akıllı evladıyla çokça kıyaslanan biri olarak kendimi sürekli başkalarıyla kıyaslamaya çok alışmışım. Hayatımın yakın geçmişine kadar aslında bu durumun beni ne kadar kötü etkilediğini farkedemedim. Bence hayatımızda mutsuzluğumuzun en temel kaynağı bu yetersizlik hissidir. Tüm gerçeklere gözümüzü kapayıp bizi, hayata sıkı sıkıya bağlayan en temel iç güdüdür. İnsan bu hissi bebeklikten itibaren hissetmeye başlar. Fakat belki de mutlu olmanın, huzurun anahtarı, çok çalışmak, yüksek hedefler belirlemek, üstün veya başarılı olmak değil, vazgeçmektir. Bizi mutlu da muzsuz da yapan şey, hayata dair beklentilerimiz değil midir? Bu yaklaşımı bir örnekle açıklayayım. Bir arkadaşım vardı. Çok büyük bir yokluğun içerisinden gelmişti. Biz o kadar mutsuzken, onu kolay kolay hiç bir şey mutsuz edemezdi. Uzun süre düşündüm aramızdaki düşünce farkını. En büyük fark, beklentilerimizdi.

Büyük beklentiler, büyük üzüntüler getiriyor bu hayatta. İnsanın illa bir beklentisi olacaksa bir fikir beklentisi olmalı kendisinden. Hayata karşı beklentiyi azaltmak, vazgeçmek ile mümkün. Mutsuzluk, yokluk demektir. Yokluk ise varlığın aynasıdır. Eğer varlığını bilmezse yokluğunu da bilemez insan. Fakat önemli olan bilmek değil, anlamktır. Neyi anlayıp neyi anlamayacağı, neyi düşünüp neyi düşünmeyeceği insanın elinde.

Bence bu dünyada başarı dediğimiz şey, tamamen uydurmacadır. Başarının göreceli bir kavram olmasının yanısıra, insanlar kendi seçimlerinin neticesini değil, geçmişten günümüze devam eden ve genlerimize dahi işlenmiş bir sebep sonuç silsilesinin neticesini yaşarlar. Bizi var eden şey, yalnızca düşüncelerimiz ve varlığa yüklediğimiz anlamlardır. Seçimlerimiz, düşüncelerimizden bağımsız olabilir. Galiba bizi sorumlu yapan da, seçimlerimiz değil, anladıklarımızıdır. Anladığımız şeyler, genellikle seçimlerimizin bir sonucudur. Belki de seçimlerimizi seçmemiz gerektiği için seçiyoruzdur. Ama onlardan anladığımız şeyler… İşte onların herhangi bir sınırı, formülü ve kısıtlaması yok.

İnsan daha iyisinin peşinden koşmayı bırakıp güzel anlamaya çalışmalı sanırım. Belki güzel seçimler yapabilmek her zaman mümkün değil. Lakin güzel anlayabilmek her zaman mümkün.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »