Genellikle insanlarla yaptığım sohbetlerde Cumhuriyet ve Demokrasi kavramlarının sıklıkla birbirine karıştırıldığına şahit oluyorum. Oysa bazı tarihsel romanları okuduğunuzda bu iki kavram arasındaki farkı kolaylıkla görebiliyorsunuz. Örneğin yerli eserlerden Halide Edip Adıvar’ın Vurun Kahpeye romanını tavsiye ederim. Bu eserde milli mücadele dönemi ve Cumhuriyet ideali çok iyi yansıtılıyor. Yabancı eserlerden ise Tolstoy’un Savaş ve Barış romanında tarihsel bağlamda Cumhuriyet ve ulus anlayışının derin izlerini görmek mümkün.
Bu iki kavramın temel farkına değinecek olursak: Cumhuriyet, zorunlu olarak demokratik olmak durumunda değildir. Ancak Cumhuriyet’in yönetim felsefesi halkçıdır. Devlet, halkı temsil eden kurumlar tarafından yönetilir. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesinin temelini de bu kurumlar oluşturur. Monarşide devletin tamamen bir hanedana veya seçkin bir sınıfa ait olduğu düşüncesi hâkimken, Cumhuriyette devletin halka ait olduğu fikri esastır. Bu nedenle yakın tarihte dünyada ulus devlet anlayışı, Cumhuriyet idealiyle birlikte yükselişe geçmiştir.
Cumhuriyetin halkçı ideolojisi, demokrasiyle bu anlamda örtüşür. Ancak demokrasinin temel ilkesi çoğulculuk ve yönetime halkın doğrudan katılımıdır. Cumhuriyet demokrasi için bir araç olabilir, fakat otomatik olarak demokrasi getirmez. Demokratik cumhuriyetler, tarihsel süreçte eşit yurttaşlık fikriyle güç kazanmıştır.
Fransa’daki devrim sonrasında kurulan 1. ve 2. Cumhuriyet dönemlerinde, Cumhuriyet ile Demokrasi arasındaki gerilimleri açıkça gözlemlemek mümkündür. Ancak bu çatışmalardan liberal demokrasi anlayışı ve modern cumhuriyet modeli doğmuştur. Rousseau, Montesquieu gibi düşünürlerin halk egemenliği ve kuvvetler ayrılığı fikirlerini geliştirmelerinin ardında da bu gerilimler yatar. Böylece modern cumhuriyetlerde ne tamamen çoğulculuğu esas alan, ne de sadece kurumları yücelten, ancak hukukun üstünlüğünü merkeze alan bir yönetim anlayışı benimsenmiştir.
Şimdi bu bilgiler ışığında Türkiye’nin mevcut yönetim anlayışını değerlendirelim. Öncelikle Cumhuriyetin temelini ulus devlet anlayışı ve bu ulusu temsil eden güçlü kurumlar oluşturur. Ancak Türkiye’de son dönemde bu kurumların ne denli tahrip edildiği, kişilerin kurumların önüne geçerek kurumsal güvenilirliği nasıl zedelediği ve kurumların ulusu temsil yeteneğini ne ölçüde yitirdiği herkesin malumudur.
Cumhuriyet yıprandığında demokrasi hemen ortadan kalkmıyor elbette. Aslına bakılırsa bu yıpranmaya rağmen Türkiye’nin hâlâ demokratik olduğunu düşünüyordum. Çünkü çoğulculuk ilkesi ve seçilmişlerin iktidara gelme mekanizması işliyordu. Fakat ana muhalefet liderinin tutuklanması gibi gelişmeler, demokrasinin temel ilkelerini de ortadan kaldırıyor. Ne yazık ki karşımızda hem Cumhuriyeti hem de Demokrasisi sorgulanan bir Türkiye var. Bu durum her aklıma geldiğinde içim acıyor.