Zamansız Yaşayan Adam

“Saat kaç?” diye sordu adam, dükkânın tozlu eşiğinde. Nesim Usta baktı yüzüne, gözlerinde zamanı kaybetmiş bir adam : “Saat geç,” dedi, “Hem sen zamansız gezen adamsın, saati ne yapacaksın?” Nedense alındı adam bu söze. Cam gibi dağıldı içi, ufak tefek parçaları döküldü sessizce. “Vazgeçtim,” dedi adam, “böyle yaşamaktan.” İş istemeye gidecekti belki, ama şimdi gerçekten önemsizdi zaman. Nesim Usta’nın tozlu raflarında kayboldu son güveni. Kapıyı usulca çekti ve gitti.

Zamansız adımlarıyla sokak aldı adamı. Her adımda çoğalıyordu kafasındaki toz bulutları. Hem işsiz, hem yalnızdı adam. Belki de Nesim Usta haklıydı. Zamansızlıktı onun yeri. Bu yabancı sokakların adamı olmayı neredeyse kabullenmişti. Aşağı, denizin kıyısına indi. Sakindi deniz, zamansız ve sessizdi. Bir banka oturdu. Dalıp gitti gözleri. Nerede yanlış yaptığını düşündü. Bulamadı. Halbu ki sadece temiz bir yaşamak düşünmüştü. Elleriyle düzeltebilseydi keşke yanlışları. Tüm hesapları hayalinde tekrar yaptı, tüm taşları elleriyle yerine geri koydu. Ama bu kurgu gerçeğine bir türlü oturmuyordu.

Etrafındaki insanları gördü adam. Nasıl da ucuza satılıyordu gülücükler, habersizce adamdan. Oysa onları almak istese yine de alamazdı, yoktu cebinde beş parası. O ceplerde yalnızca gerçeğin ağırlığını taşıyordu. Bu sokaklarda mutluluklar vitrinlerde parlatılıyordu, hayaller ise kaldırımlarda çürüyordu. Kara borsadan çıkma başarı akılları, bedavaya veriliyordu. Ama alan yoktu. Ve o, iki arada bir derede, zamansız bir şaşkınlıkla seyrediyordu bu oyunu. Elleri cebinde,yüreği ağzında, ilk defa kötü biri olmayı düşünüyordu.

Belki sevginin bile paslandığı, bu dünyanın acımasız kuralıydı kötü yaşamak. Her şey bir çıkar hesabı, bitmeyen bir savaştı hayat. Ve şimdi, güneş batarken, elleri bomboş kalan yalnız oymuş gibiydi bu kavganın ortasında. Bir de gülüşleri temiz karanfil yürekli çocuklar. Bir tarafta çıkarcı kirli insanlar , diğer tarafta kirli elleriyle hayata tutunan esmer çocuklar…

Adam baktı onlara ve anladı, kötü biri olamazdı. Belki de gerçek iyilik, hâlâ masumiyete inanmaktı. Çocukların cıvıltısında eriyip gitti karanlık düşünceleri. Birbirleriyle oynaşan, akıbetlerini dert etmeyip masumca gülüşen, yaşam enerjisiyle dopdolu çocuklar… Bir damla sızdı gözlerinden, içinde binlerce duyguyla. Hepsine sarılmak istedi, o an, o sonsuz saflığın içinde kaybolmak istedi. Belki umut, böyle bir şeydi. Yaşamanın masum ve tertemiz enerjisinde saklıydı dünyanın güzelliği.

Doktorun sözleri düştü aklına: “Güzel düşününce güzel, kötü düşününce kötü hissedersin.” Bir nevi kendi gerçekliğini kendin dokuyorsun zihninde. Bu yüzden herkesin hakikati başka bir renkte. Bir gayretle tekrar denedi adam kendi gerçeğini değiştirmeyi. Kafasındaki tozlu penceresinden sildiği camda yeni bir dünya çizdi. Ama eski mürekkep taze çizgilerin altına hemen sızıverdi. Belki de gerçek değişmezdi, ama üst üste katlanabilirdi. Gün bitti, ama bir çocuğun samimi gülüşünde taze bir umut filizlendi. Adam kaybettiği zamanı, berrak bir masumiyette buluverdi. Yarın yine iş arayacak, sokakların tozlu kaldırımlarını ayak izleriyle dolduracak, belki Nesim Usta yine “saat geç” diyecek, ama adam şimdi’ye tutunacaktı.

Önerilen makaleler

2 Yorum

  1. Haritasiz ve dümensiz kalmis, gidecegi limani olmayan bir gemiydi. Kendini akintiya birakip sürüklenmek, en azindan hareket etmek, hayatta kalmak demekti ki icini acitan sey de zaten buydu; yasamak.
    Martin eden /Jack London

    1. Yusuf

      Teşekkür ederim bu güzel paylaşım için. 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir