“Kendini bil.” Bu kadim kelam, insanlığın köklerine salınmış bir çınar gibi yükselir zamanın derin vadilerinde. Öyle ki, en eski çağların bilge nefeslerinden bugünün yorgun zihinlerine uzanan bu hikmetli söz, insan olmanın değişmez hakikatini mühürlemiştir düşüncelerimize. Zamanın kumlarında hiç kaybolmamış, hiç yıpranmamış ender hakikatlerdendir bu. Çünkü, ilk insan, “Ben kimim?” sorusuyla başladı sormaya; son insan da yine bu soruyla başlayacak.

Kendini bilmek için önce “Ben kimim?” diye sorabilmek gerekir. İnsan önce bu soruyla başlar. Bu yüzden, kendini bilmek, insan olmaya eş değerdir. Ancak sormak yetmez, her sorduğunda farklı bir cevap bulabilmek gerekir. Her şeyin başlangıç noktası kendidir insanın. Sorarsa önce kendine sorar. Üzülürse önce kendine üzülür. Severse önce kendini sever. Bu yüzden, ne bilirse bilsin, önce kendini bilmesi gerekir. Eğer kendini bilirse, bilmek o zaman hakikattir. Yok eğer, kendini bilmezse, bilmek içi boş bir külfettir.

Hayata her bakışımızda aslında önce kendimize bakarız. Bir kitabın satırlarında gezerken, bir filmin karelerinde kaybolurken, uçsuz bucaksız bir manzaraya dalarken, farkında olmazyız belki ama önce kendimizi okur, kendimizi seyrederiz. Aynı kitap, aynı mısralar, zamanın rüzgârıyla farklı şeyler fısıldar kulağımıza. Aynı film, aynı sahne, başka bir ışıkla sunar kendini. Aynı manzara, başka bir renge bürünür gözümüzde. Çünkü değişen aslında biziz. Eğer bilmezsek kendimizi, göremeyiz baktığımız şeyleri.

Kendini bilmek için önce “Ben kimim?” diye sormak gerekir. Ama sormak, yetmez. Hayata bakmak, hayatı okumak gerekir. Okumak dediğimiz şey, belki de kendini arayışın ta kendisidir. Bir ihtiyaçtır okumak. Ama asıl mesele, bu ihtiyacı hissedebilmektir.

Bazen hissetmezsin. Bir kadının gözlerinde, bir yokluğun gölgesi gibi yaşarsın belki. Ya da hırsın sırtına binip, “Yaşamak” diyerek kaçarsın kendinden… Belki aylar, belki yıllar geçirirsin, düşersin, kalkarsın da nihayet, bir boşluk düşüverir yüreğine. Bir şeylerin eksik olduğunu anlarsın, ama adını koyamazsın. Kendini kaybettiğini fark ettiğin vakit, yeniden başlarsın aramaya. Önce, Ben kimim?” diye sorarsın.

Ben de kendimi çok aradım. Bazen bir ormanda kaybolmuş gibi hissettim; her ağaç gölgesi yeni bir benlik, her patika başka bir ihtimal… Ve anladım ki, insanın kendini bilmesi hiç de kolay değildir. Belki yine de aşılmaz denen dağları aşıp, geçilmez denen nehirleri geçip bulursun kendini bir gün.

Kendini bilmek için önce “Ben kimim?” diye sormak gerekir. Ama sormak, yetmez. Kendini bulmak gerekir. Ben, buldum. Bazen korkuludur insanın kendini bulması. Bulmayı düşündüğün şey değildir bazen bulduğun şey. İçine bakarsın da, hoşlanmadığın biri çıkıverir. Yabancı bir ülkedir kendi ruhun, haritası kayıp, yolları pusludur. Bir bakmışsındır, olmaktan en çok korktuğun kişi olmuşsundur. Peki bulduğunda kabullenebilecek misin kendini? Ben kabullendim. Fakat yine de kendini bilmeye başladığın vakit, ilk defa gerçek olur hissettiklerin. Ben, hissettim.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir