Gösterişli Değersizliklerimiz

Bir insan, kendi değerini nasıl bilebilir ki? Sanırım, öncelikle değer dediğimiz şeyin, neyin referansı olduğunu konuşmamız gerekiyor. Eğer kişinin değerini, toplumdaki üstlendiği role veya statüye göre belirlersek, o zaman kişi, toplumdan koparak tek başına kaldığında kendini değersiz hissedeceğini söyleyebiliriz. Bilgi veya beceri seviyesine göre belirlersek, en çok bilen insanın bile aslında bilmediğini, en beceriklinin bile bu becerisini yaşlandıkça kaybedeceğini anlaması kaçınılmaz olacaktır ve böylelikle kendisini değersiz hissedecektir. Sahip olduklarına göre belirlersek, sahip olduklarına sonsuza dek sahip olamayacağını anlaması ve yine kendisini değersiz hissetmesi uzun sürmeyecektir. Yani aslında neye göre belirlersek belirleyelim varılacak son nokta, değersizlik olacak.

Fakat, sanırım ben gibi her insan, kendini değerli hissetmek istiyor. Ve gariptir ki, bizi hayatta tutan en önemli ihtiyaçlardan biri buymuş gibi, hayatımız boyunca sürekli değerli olabilmek için uğraşıyoruz. Fakat bir başımıza kaldığımızda kendi kendimize bir değer biçmeye kalktığımız zaman, kendi reel değersizliğimizi hemencecik anlamaya başlıyoruz. Kolayca karanlıklara teslim ediyoruz tüm hislerimizi. Sanırım bu yüzden, başka insanlara muhtacız. Bizi seven ve bize değer veren insanlara. Bize gerektiğinde yalan söyleyen ve gerçeklere karşı bizi yatıştıran insanlara… Bu sanki, acılar içinde kalmış ruhumuzu gerçek dünyada teskin edebilecek tek ilaç.

Hatta belki, değer dediğimiz bu şey, gerçekte kendimizin bulamadığı ama sadece başkaları tarafından verilebilecek bir şeydir. Herhalde, yeryüzünde canımızı en çok yakan şeylerden birinin yalnızlık olması bu yüzdendir. Çünkü yalnız kaldığımızda düşünmeye ve gerçekleri daha net görmeye başlıyoruz. Bu yüzden kendimizi değersiz hissediyoruz. Oysa etrafımızda bize değer verdiğini hissettiren insanlar varken, sanki dünyanın tüm bu acıları hiç yaşanmıyor gibiydi değil mi? Fakat şimdi, yavaş yavaş o narkozun etkisi kaybolurken düşüncelerimiz cam kırıkları gibi batmaya başlıyor yüreğimize. Sanki eskiden renklerle raks ederek batan o güneş, şimdi adı konulamayan bir yasa boğularak batan bu güneş değil gibi. Artık hiç bir ayna gülmüyor yüzümüze eskisi gibi. Hiç bir çiçeğin güzelliği, hiç bir kelimenin kifayeti teselli edemiyor. Çünkü, düşününce ne kadar da değersizmişiz.

Sanırım, değeri neye göre tanımlarsak tanımlayalım, eğer anlayabiliyorsak varılabilecek en son nokta, kendimize gerçekte olması gerekenden daha fazla değer biçildiğini fark etmek oluyor. Evet, bence insan olarak bu dünyada rasyonel o kadar da fazla değerimiz yok. Aslında değerli olmaktan çok, zararlı varlıklarız bu dünya için. Kendi arzu ve isteklerimizin önce kölesi oluyor, sonra bunun için kendi ırkımızı başta olmak üzere yaşayan her şeyi köleleştiriyoruz. Diğer her canlıya dolaylı veya direkt olarak zarar veriyoruz. Bu yüzden, bu dünyadaki biyolojik olarak en gelişmiş canlı olmak, bizi değerli değil, zararlı yapıyor. Bu gerçeği görmezden önce, kendimizi değerli hissederken ne kadar da güçlüydük oysa. Bu kadar zararlı ve kötülük konusunda yüksek potansiyelli bir canlı almamıza kıyasla, yalnızken ne kadar da aciz ve güçsüz hissediyoruz. Aslında hayatımız boyunca izlediğimiz bir ilizyon gösterisiymiş hepsi. Ve şimdi gerçeklerle başbaşayken ilk defa değersiz bu hayatımızın anlamını sorgulamaya başlıyoruz.

Aslında bu yüzden, değerin ve gerçeğin ne demek olduğunu bilmeyen insanlar, gösterişi daha çok severler. Çünkü gösteriş, etraftaki insanların dikkatini çektiği için daha değerli hissettirir. İnsan her şeyin gösterişini yapabilir; paranın, bilginin, güzelliğin, statünün ve hatta inancın bile… Çünkü ancak bu şekilde değerli hissederler ve buna bir noktada bağımlı olurlar. Özgür olmadıkları ve bağımsız düşünemedikleri için, para, madde ve çıkarlar onlar için daha önemli bir hale gelir. Farkında olmasalar da yaşamanın tüm amacını buna bağlarlar ve bunun için yaşarlar.

Belki de bu yüzden, yalnızlık ne kadar acı verse de bir açıdan bakıldığında sadece yalnız ve gerçekleri görebilen insanlar daha fazla özgürdür bu dünyada. Özgürlüklerinin bedelini bu dünyanın acı gerçeklerini anlayarak öderler. Sanırım bu sebeple toplumdaki diğer insanlar, yalnız insanlara acırlar. Çünkü tam olarak açıklayamasa da, herkes yalnızlığın ağır bir bedel olduğunu bilir. Fakat, bilmezler ki, yalnızlık, sadece tek başına olma durumu değildir. Bir uzaklık hissidir, etrafta bulunan insanlara karşı hissedilen… Bu yüzden, yabancı bir kalabalıkta daha yalnız hisseder insan kendisini. Tek başına olmaktan ve gerçeklerle yüzleşmekten daha zor ve acı bir şey varsa o da yanındayken daha fazla yalnız hissettiren insanlarla birlikte yaşamaya çalışmaktır. Bu tarz bir yalnızlık, düşünceden ve farkındalıktan da yoksun bir yalnızlıktır. Ve ne yazık ki, çağımızdaki çoğu insan bu şekilde yaşıyor. Fakat kendileriyle başbaşa kalmaya ve düşünmeye fırsat bulamadıkları için bunun farkında bile olamıyorlar.

Kendimizi bu değerli hissetme ihtiyacı bizi maddeye ve diğer insanlara karşı bağımlı yapıyorsa, belki de bu bağımlılıktan kurtulabilmenin bir yolu, insanın rabbini kalbinde hissedebilmesidir. Bunu biliyorum, çünkü böyle hissettiğim zamanlar oldu. İnsanın Rabbine karşı hissettiği yakınlık hissi, önce onu yalnız olmaktan kurtarıyor ve daha sonra kendini değerli hissetmesine vesile oluyor. Çünkü bu dünyada var olan her zerenin değerini onu yaratandan daha iyi kim bilebilir ve her şeyin sahibi olan bir zata karşı duyulan bu yakınlığın değeri başka neyle ölçülebilir ki? İnanan bir insanın üstün olmasının tek önemli sebebi budur sanırım. Çünkü kimsenin veremeyeceği, her şeyden ve herkesten bağımsız bu değeri hissediyor olmak, paha biçilemezdir. Fakat bu, ancak dingin bir zihinle ve temiz, samimiyetsizlikten uzak bir kalp ile mümkün olabiliyor. Ve ben de tüm bunları hissedebilmek için bazen yeterince temiz olamıyorum. Çünkü sevginin bile kirlendiği bu dünyada, temiz kalmaya çalışmak, bir bataklıkta temiz kalmaya çalışmaya benziyor. Bu yüzden değersizliğin ve hiçliğin kör kuyularına düşüyorum bazen. O kuyuda bir başıma düşünürken omuzlarıma binen bu ıstırabı dindirmek, imkansızmış gibi geldiği zamanlar oluyor. Böyle zamanlarda umduğum tek güzel şey, bu ıstırablarımı değerli yapabilecek tek şeye, yani beni yaratan yüce rabbin sevgisini hissedebileceğim günlere ulaşabilmek oluyor.

Önerilen makaleler

3 Yorum

  1. Avatar

    insan arsız bir günahkardır, peki daima kirli insana daima kara bir yalnızlık, değersizliğe tutsaklık mı düşer? bu işin bir de dünyevi boyutu olmalı. ki bu boyut, insanın değer verdiği ve karşılığında ona değerini iade eden bir diğeriyle mümkün olabilir. alem insanı el üstünde tutsa da o bir gözden yerlere düşmek, sonsuz bir keder kaynağıdır.

    1. Avatar

      Merhaba, kaliteli yorum için teşekkür ederim. Bu paragraf sanki daha önce okuduğum bazı kitaplardan çağrışımlar yaptı. Belki de söylediğin gibi aslında olay çok daha basittir. Her şey, bu mücadele treninden bir kez aşağı düşmüş olmakla ilgilidir. O değersizlik boşluğuna bir kez düştün mü, artık o treni bir daha yakalayamazsın. Onu keder içinde uzaktan seyrederken gördüğün her şeyi anladığını düşünürsün.

      1. Avatar

        aynen öyle 🙂 düşünce, yenilerini doğurur. filozof eder insanı vesselam

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »