Geçen gün Sartre’nin “Bulantı” kitabını okurken kitabın bu denli karanlık ve karamsarlığı karşısında, ne şanslı adam diye geçirdim içimden. Ölmüş olmasına rağmen ne kadar çok dinleyeni var. Peki ya bizler? Yarın, buralar bize, biz kendimize yabancı olduğunda , kim arkamızdan bir zamanlar o da vardı der ki? Bütün hayallerimiz, hayal kırıklıklarımız, iyilik ve kötülüklerimiz bizimle beraber kaybolduğunda ve tüm izlerimiz bu dünyadan silindiğinde nasıl olur acaba? Kendimi tüm bunları önemsemekten çoğunlukla alıkoyanmıyorum. Oysa nedendir bilinmez, herkes bir iz bırakmak ister kendinden bu dünyaya. Herkes kendi hikayesini anlatmak ister. Ama heyhat, dinlemek isteyen pek azdır.

Uzun uzun düşündüm, kendi hikayemi anlatsam kim dinler diye. Dinlenilenler, insanda çarpıcı bir etki bırakmıyorsa, yine de dinlemeye değer midir? Aslında bence, dünyanın en hakir ve en fakir insanı bile olsa, her yaşam, çarpıcı bir hikayedir bu hayatta. Fakat çoğunlukla kendi yaşantımızı bile anlatabilmekten aciziz. Bu yüzden sanki çok boş bir hayatımız varmış gibi geliyor bize. Oysa hissettiğimiz onca şeyi bir anlatabilseydik, ortaya neler çıkacaktı ve ne kadar dolu bir hayatımız varmış diyecektik kim bilir? Şu ana kadar bu dünyada nice ibretlik hikaye kaybolup gitmiştir böyle Allah bilir. Evet gerçekten bizi de sadece o Allah bilecek sanırım. Çünkü, biz bile kendimizi bilemiyoruz. Bana öyle geliyor ki, insan kendini yeteri kadar anlatamıyorsa, kendini de tam olarak bilemiyor demektir. Çünkü anlamak, önce insanın bildiklerini kendisine anlatabilmesiyle başlıyor.

Bazıları, anlatamasalar da bildiklerini düşünüyor. Belki de bu mümkündür. Bir şeyleri bilirsin ama tam olarak anlamamışsındır. Ölüm gibi… Aramızdan kim ölümü anladığını söyleyebilir? Halbu ki hepimiz onu adımız gibi biliriz. İşte bu ayrımı yapamazken uzun süre şaşkınlıkla dinledim bazı insanları. Unutulmak tek gerçekken ve en sonunda bu dünyadan silinmek varken nasıl bu kadar pervasız ve gamsız olabildiklerini anlamaya çalıştım. Yeterince hikaye dinledikten sonra, bu dünyada aslında herkesin her daim eksik yaşadığını anlayabildim. Kanaatimce her daim eksik yaşarken bir o kadar dolu dizgin görünmek, sadece kendini anlamayanların işidir. Zaten bu dünyada insanların kendi gerçeklerini sadece kanaatler oluşturur. Benim kanaatim ise bu yönde. Aslında artık ne haklı olmak gibi bir amacım, ne de dolu dizgin yaşamak gibi bir düşüncem var. Sadece aşmak istiyorum tüm bunları. Bu zamana kadar bana dayatılmış ve özendirilmiş tüm kanaatleri yıkabilmek istiyorum. Kendi zaaflarıma karşı dayanıklı olabilmek istiyorum. Ve neden olduğunu tam olarak bilmesem de insanlara tüm bunları anlatmak istiyorum. Çünkü, benim hikayem de her insanın hikayesi kadar çarpıcı ve gerçek.

Tüm bu isteklerime rağmen her şeyin bir o kadar nasip konusu olduğunu tamamen kanıksamış durumdayım. Bu yüzden ömrümün sonuna dek hiç kimseye hiç bir şey anlatamamış olsam da “Olsun, kendime anlattım.” diyeceğim. Zaten, insanı en iyi kendisi dinlemiyorsa başkası ne diye dinlesin ki?

Yusuf

Yusuf

Bir Mühendis.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »