Yalnız Gezenin Düşleri

“İçimi çekerek kendi kendime, “Bu dünyada ne suç işledim?” diyordum. Yaşamak için doğmuştum, yaşamadan ölüyorum. Sanırım kusur bende değil ve beni Yaradana, yapmama fırsat verilmeyen iyilikleri sunamasam da, hiç değilse engellenen iyi niyetlerimi, katışıksız ama etkili olmaktan alıkonmuş duygularımı ve insanların aşağılamasına karşı sarsılmaz bir sabrı sunabilirim.” – Jean-Jacques Rousseau

“Yalnız Gezenin Düşleri” şahsi düşüncelerim ve yaşama anlayışımla öylesine eşleşti ki benim için başucu kitaplarından biri oldu. Kısa bir kitap olmasına kıyasla içeriğinden aldığım ilham gerçekten oldukça fazlaydı. Okurken bu kitabı neden daha önce okumadığım için kendime sitem ettim. Kitabın başlığından da, yazarın yalnızken sadece kendisi için içten ve açık bir yürekle yazdığı bir kitap olduğunu anlayabilirsiniz. Rousseau, insanları erdeme yönelttiği ölçüde bütün dinlerin eşit derecede değerli olduğunu, bu nedenle insanların içinde yetiştikleri dine uymaları gerektiği fikrini kitaplarına serpiştirmişti. Bu yöndeki düşünceleri, siyasi görüşleri bir din adamı tarafından yetiştirilmiş ve daha sonraları kilisede eğitim almış olan Rousseau’nun, kitaplarının yasaklanmasına, arkadaşları ve çevresinden dışlanıp karalanmasına neden oldu. Kitapları yakıldı ve tutuklanması için emirler çıkarıldı. Eski arkadaşları onun görüşlerini kabul etmediği gibi hakkında şiddetli karalama yazıları yazdılar. Rousseau, kitabında bu olaylardan duyduğu hüznü, toplumdan dışlanmanın onda yarattığı yalnızlığı ve çaresizliğinin verdiği acıdan öğrendiklerini dokunaklı bir şekilde anlatıyor. Bu anlatımı şu satırlara yansımış;

“Yüreğim mutsuzluğun ateşinde temizlendi; ne denli dikkatle araştırırsam araştırayım, onda ayıplanacak herhangi bir eğilimi bulamaz gibiyim. Bütün dünya sevgileri o yürekten koparıldıktan sonra, daha ne itirafım olabilir? Kendimi ne öveceğim var, ne de yereceğim; artık insanlar arasında bir hiçim; onlarla gerçek ilişkim kalmadığından, hiçten başka bir şey olamam.”

“Ben düşlemlerimi yalnızca kendim için yazmıyorum. Daha yaşlanıp göçmem yakınlaştığında, umduğum gibi bulunduğum durumda kalmışsam, onları okumak bana yazmaktan aldığım zevki anımsatacak ve geçmiş zamanı canlandırmakla ömrümü iki katına çıkaracaktır. İnsanlara karşın toplumsal yaşamın tadını hâlâ tadabilecek, kendi yaşlı durumumda, benden daha az yaşlı bir dostla yaşıyormuş gibi yaşayacağım.”

Daha önce Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” kitabını okumuştum. Düşüncelerinin ve kaleminin gücünü o kitapta da görmüştüm. Fakat bu kitap, siyaset ve salt felsefenin haricinde Rousseau’nun iç dünyasını ve bu iç dünyasındaki derinleşmesini konu alması itibariyle çok daha etkileyiciydi bana göre. Kitapta zaman zaman hissettiğiniz, fakat kendinize itiraf etmekten çekindiğiniz veya biliyor olmanıza rağmen yaşamdaki sebep ve sonuçların kalabalığında fark edemediğiniz şeyleri görmeniz oldukça muhtemel. Bu yönüyle yazar, kitabı ne kadar sadece kendisi için yazmış olsa da okuyan herhangi birine de ışık olması pek tabii bir durum.

Aslında bu tarz kitapları okudukça insanlığın yüzyıllar boyu hep aynı kaldığı ve bir arpa boyu yol katedemediğini anlıyorum. Çünkü bu kitabı Rousseau’ya yazdıran toplum, bugünkü dünyada halen mevcut. Kitabı okurken yazılıp çizilmiş, konuşulmuş ve tartışılmış bunca şeye rağmen Rousseau’nun yaşadıklarını bugün bile Türkiye’de yaşıyor olmamız beni hüzünlendirdi. Aynı şeyleri yaşadık ve yaşıyoruz. En azından Fransızlar, Rousseau gibi bir kalem üstadına veya düşünüre sahip oldukları için şanslıydılar. Fakat bu senaryoda sadece kişiler farklı. Ve belki bu kişiler, Rousseau gibi bir kalem üstadı, bir düşünür de değiller. Peki onların çığlığını ve yaşadıklarını bu topluma, gelecek nesillere kim duyuracak?

Yusuf

Yusuf

Bir Mühendis.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »