Bilgece Yaşamak

Sonlu bir zamanın küçücük diliminde, düşüncelerinin ve seçimlerinin neredeyse tamamını kendi yakın çevresindeki rasyonel sebeplerin oluşturduğu, evrende toz tanesi kadar bile yer kaplamayan ama dünyaların alamayacağı kadar fazla egoya sahip insan, yani ben, aslında küçücük olmama kıyasla ne kadar da büyük sözler sarf ediyorum. Bilgelik denilen menem şeyin eti, kemiği; bu sözlerin büyüklüğünü anladıkça duyulan mahcubiyet midir dersiniz? Yoksa, bu sadece özgüvensizlik mi? Adına her ne dersek diyelim, bugünkü ne düşüneceğimi, ne yapacağımı bilemez avareliğim , zamanında çok bilmişliğimden ve bunlara, dolayısıyla da kendime güvenmişliğimden kaynaklanıyor. Ve artık, konuşmanın benim için son derece ağır olduğu zamanlarda olsam da içimdeki sesleri yazmamın önüne geçemiyorum.

Bazen her şeyi bilerek ve hiç bir büyük lafın altına girmeden, elini hiç kirletmeden, bilgece yaşanılabilecek bir hayatın nasıl bir şey olabileceğini düşünüyorum. Ve sonra, sonunu bile bile yaptığım delilikler aklıma geliyor. Epeyce bir zaman tecrübe ettiğim hoyrat ve gözü pek hallerimi düşünüyorum. Gerçekliğe, bilgeliğe ve tüm bunlardan kaynaklanan olumsuzluklara meydan okuyan bir ben canlanıyor önümde. Cesareti yüksek bir cahil desem değil, arzularıyla tutuşmuş bir ruh desem değil. Kime yaradığı bilinmez gururunu ve sevgisini de yanına alıp sonunu bilse de gerçekliğin karşısına dikilmiş bir ben görüyorum sadece. Demek ki diyorum, aslında her şey bilmekle alakalı değil. Bilmek, sadece mahcubiyetimi daha da arttırıyor. Fakat nedense gözünü tüm gerçeklere kapatıp tehlikeli oyunlar oynamaya hevesli bir çocuk var içimde. Susuzluk pazarlarında dolanan kimsesiz bir sucu çocuk… Ne sattığını, ne alacağını bile bilmeden dolanıyor, bir umudun peşinde. Tek sermayesi, birkaç damla gözyaşı. Suçunu bilen yaramaz çocuklar gibi ağlıyor içimdeki yaşlı bir bilgeye. Bilmek istemiyor. Güçlü olmak istemiyor. Büyümek istemiyor. Sadece sevmek ve arzularının peşinden koşmak istiyor. Ve her seferinde o çocuğa öğüt veren yaşlı bilge, öğütleriyle onu avutamayacağını da biliyor artık. Sanırım, bu sebeple hep o çocuktan taraf oldum. Saflığını sevdim onun. Bilgisizliğindeki samimiyetini sevdim. Bu kurtlar sofrasında, belki zor; ama kirlenmeden bir yaşamak düşüncesini sevdim. Evet, belki bu yüzden düştüm yalnızlığımın o salaş zindanlarına. Ve buradan kurtulmak pek mümkün gözükmese de tüm bunlara, dolayısıyla da kendime razı olmaktan başka bir seçenek göremiyorum. Rabbime sunabileceğim, düşlediğim ama yapamadığım iyiliklerimden ve bu yapayalnız gözyaşı damlalarından başka bir şeyim de yok.

Merak ediyorum; Tüm olanların ardından , kendi çapı kadar artan bilgeliğim, beni daha yalnız, daha hüzünlü ve daha işlevsiz biri yapmak dışında ne işe yaradı? Bilgeliğin nihai sonu, kendinin bir hiç olduğu kanaatine varmak mıdır? Eğer böyleyse, ben gerçekten bir bilgeyim. Fakat, yardım çığlıkları atarak meramını dile getirmekten bile aciz bir bilge. Ruhundan yükselen sesleri ne anlayabilen , ne de anlatabilen bir bilge.

Tüm bunlarla beraber, zaman eli sopalı bir bekçi gibi başımda beklerken, kimi zaman tokmağını başıma indirip geç kalmışlığımı vuruyor yüzüme. Kimi zaman, gözümü bağlayıp yıkıyor içimdeki tüm izlerini dünyanın, unutturuyor her şeyi. Zaten insan, unutmasa nasıl yaşardı? Fakat, bir hüzün yapıştı ruhuma sanki yıllar önce. Zaman, içimdeki her şeyi yıkadıysa da, bir tek o hüznü çıkaramadı. Artık bir yerlere gitmenin, bir şeyler yapmanın ve mutsuzluktan kaçmanın bir önemi kalmadı o hüzünle birlikte. Hatta yalnızlıktan bile kaçmanın bir anlamı yok. Çünkü nereye gittiysem, ne yaptıysam ruhumdaki bu sızıyı dindiremedim. Kaçmayı çok denedim bu yalnızlık zindanlarından. Fakat her seferinde beni ele verdi içimdeki hüzün. Ben de her yalnızlık mahkumunun yaptığı şeyi yapıyorum. Gerçek dünyadan, kağıdın ve kalemin dünyasına kaçıyorum. Bu dünyada kendime, kendi içimden bir arkadaş bulmuş gibiyim. Çok önceleri yazdığım şeyleri okudukça o arkadaşımla muhabbet etmiş gibi oluyorum. İşte bilgelik dediğimiz şey, eğer buysa ve ben bir bilgeysem, bu bilgelik, yalnızlıktan, mahcubiyetten ve hüzünden ibaret. Tüm bunlardan ibaret bir bilgelik, çok ağır bedellerle edinilmiş ama pek de bir işe yaramayan bir bilgelik olsa gerek.

Yusuf

Yusuf

Bir Mühendis.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »