Altıncı His

Bazen, kendimi dinlediğimde hiç bir ses duyamıyorum. Hiç bir şey hissetmiyorum. Sanki ruhum, geçici bir felçlik yaşıyor. Zaten genel olarak avareyim. Fakat böyle zamanlarda hem avare, hem de düşüncesiz bir adamın teki oluyorum. Bu hayatta korktuğum nadir şeylerden biri de bu durum sanırım. Çünkü, er ya da geç bu hissiz, düşüncesiz, avare geçen günlerimin birikmiş ağırlığını hissedecekmişim gibi geliyor. Fakat böyle zamanlarda o korkuyu bile hissetmiyorum.

Hislerin düşünmenin üzerinde çok ciddi bir etkisi var. İnsan ne kadar ağır hissederse o kadar derin düşünüyor. Bu yüzden hissiz bir hayatta düşünceye de yer yok. Bana öyle geliyor ki, hislerin en saf hali sevgidir. Bu sevgiden daha sonraları bir çok farklı his devşirilir. Örneğin, nefret. Bir insan niçin bir şeylerden nefret eder? Çünkü, o şeyler bir şekilde sevilenin üzerini örtüyordur. Bu durumda insan o sevgisinden bir nefret peydah eder. Bu şekilde, tüm hisler sevgiden türer. Hüzün, sevilene dokunamamaktır. Mesut olmak, sevilenle birlikte olmaktır. Huzur, sevilenle olan muhabbettir. Korku, sevilenden ayrılmayı düşünmektir. Buradaki sevilen, illa başka bir insan olmak zorunda değildir. Bir nesne de olabilir, herhangi bir imge de olabilir veya bir olay, eylem… Bu yüzden yücelik hissi , sevilenin kendisini yansıtır.

Belki de her şeyin en saf hali makbuldür. Bu yüzden bana öyle geliyor ki tüm hislerimizi saflaştırarak özüne çevirirsek , yani sevgiye dönüştürebilirsek, bu dünyada ne için yaşadığımızı, kendi gerçeklerimizi daha net bir şekilde görebiliriz. Sanırım sevilen ne kadar yüce ve kusursuzsa , o sevgi başka şeylere dönüşmeden o kadar saf halde kalabilir. Kendi durumuma bu açıdan bakınca, bu hayatta hep yanlış şeyleri sevmiş olduğumu görüyorum. Sevmek, artık boşuna geliyor. Malum tükenmişliğimin tek açıklaması bu olsa gerek. Bazen, dersini almış olmanın hiç bir faydası olamıyor. Bir şeyleri anlıyor olmanın bedeli, artık hiç bir şeyi eskisi gibi hissedememektir.

Sanırım, bu dünyada zaman kadar sevgi de bir sermayedir. Yanlış kullanıldığında başka duygulara çevrilip tükeniyor. Bazı şeyleri sevmek, çok kolaydır. Fakat, bu verilen sevgiyi geri besleyecek hiç bir getirisi yoktur. Bu sevgiler, insanı yalnızca tüketir. Her şey tükendiğinde geriye sadece gerçekler kalır. İşte o zaman, gerçeklerle yüzleştiğimde, yani kendimle yüzleştiğimde çoğunlukla kaçmak istedim. Gerçeklerle yüzleşip de kaçmak istemeyecek insan tanımıyorum. Çok acı, dediğimiz şeyin tam karşılığı budur sanırım.

Aslında acının azı, çoğu olmaz. Kim kendi acısını başkasınınkiyle kıyaslayabilir? Kim hissettiğimiz şeyin ne kadar ağır olduğunu söyleyebilir? Madem öyle herkesin hayatı çok ağırdır aslında. Fakat, bazıları unutur. Ben de unuttum. Bu hissizliğin bir açıklaması olacaksa o da budur. Unuttum unutmasına ama lal olmuş unutulmuş yarım.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »