Anlamak ve Anlaşılmak

İnsan acılarını niçin sever? Belki bu soruya tamamen mantıksal yaklaşarak acılarımızı sevmenin psikolojik açıdan bir sorun teşkil edebileceğini söyleyebiliriz. Fakat, bana kalırsa, sıradışı her şeyi patolojik olarak değerlendirdiğimizde, dünya üzerindeki çoğu yazarın ve şairin hasta olduğu sonucuna varmamız gerekir. Bu fikir ise bana çok bayağı geliyor. Bu sebeple, kestirme sonuca varmak yerine kendimi dinlemeye karar verdim. Belki bazı cevapları kendi içimde bulabilirdim. Bana kalırsa, insanın acılarını sevmesinin özünde kendine acıması ve kendini acındırmak istemesi olduğunu söyleyebilirim ki, bu duygu, aslında anlaşılmak ihtiyacıdır. İnsan kendisini acındırmak ister; çünkü bu, gideremediği acziyetinin, dile getiremediği kırılmış duygularının ve ifade edemediği ruh halinin bir dışa vurumu, anlaşılmak arzusudur. Evet, bence insanın acılarını sevmesi, anlaşılmak arzusundan kaynaklanır ve insan, kendisini acındırarak bir şekilde anlaşabileceğini sanır.

İnsan anlaşılmak arzusuna kapılır, çünkü bu varlığına bir anlam, acılarına bir merhem, akıp giden zamanına bir bahane bulmak ister. Sanırım kendini anlatmak, bir nevi, insanın kendi varlığına bir şahit bulmaya çalışması gibi bir şey. Bu şahitliği kendini dinleyerek ve anlayarak önce kendi kendine yapıyor insan. Fakat bu, çoğu zaman yeterli olmuyor. Anladıklarına şahit olacak başka birilerini arıyor. Eğer insan, varlığına bir şahit bulamazsa, o zaman nasıl varolabilir ve bu anlaşılmak arzusu, insanın var olduğunu birilerine ispatlamaya çalışmaktan başka ne için olabilir ki? Bu ihtiyaç, bir ıstıraba dönüştüğünde insanı önü alınamayan bir anlam arama döngüsüne sokuyor. Tıpkı, dibini bir türlü göremediğin bir kuyuya düşer gibi, anlattıkça kendi içinde derinleşiyor, kendi içinde derinleştikçe de onları anlatabilme ve daha fazla anlama arzusuyla acılarını sevmeye başlıyor, insan . Çünkü, bu sayede insan acılarına daha önce hiç bilemediği, farkedemediği anlamlar yüklüyor. Yüklediği bu anlamları seviyor.

Aslında bu dünyada belli bir yaşı almış ve tecrübe edinmiş her insanın bir gam yağmuruna tutulmadan yaşamanın mümkün olmadığını anlamış olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü şu ana kadar kalbi hiç kırılmamış, kendi içinde ruhsal bir derdin peşine düşmemiş bir insan görmedim. Bu ıstırabı ruhumuzun derinliklerinde hissedip dururken, bundan kurtulmanın bir çaresi olmalı arayışlarına hangimiz düşmedik? Ve bu arayışlarımız, hangimizi farklı anlamlar bulmaya, acılarımızı bu yüzden değerli hissetmemize sebep olmadı? Belki de bu yüzden var olduğumuzu bize hatırlatan tek gerçek şey, yaşadığımız bu acılardır. Çünkü ancak bu şekilde bir arayış peşine düşüyor ve kendi varlığımızı fark ediyoruz. Düştüğümüz bu arayış, bizi nereye götürürse götürsün, muhakkak bir şeyleri bulmamıza vesile oluyor.

Varsayalım ki, belki on yıldır, belki yirmi yıldır bir uykudaydık ve her şey rüyaydı. Çektiğimiz tüm bu sıkıntılar, sadece bir kabustan ibaretti. Uyandık ve ruhumuzu sıkan tüm bu problemlerin aslında hiç mevcut olmadığını, hayatın bizim için çok güzel olduğunu gördük. Peki halen aynı kişi miyiz? Tüm bu acıları gerçek olmasa da tecrübe etmiş biri olarak onları eğlenceli bulabilir miyiz? Şu ana kadar tüm yaşadıklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımız ve hissettiklerimiz arasında en gerçek olanı neydi? Uyandığımızda bize, artık uyumadan önceki biz olmadığımızı düşündüren şeyler neler? İşte o bizi biz yapan şeyler… Belki de asıl gerçek onlan şeyler onlardır. Rüyadan uyansak da halen hissedebildiğimiz acılarımız; benliğimize yapışmış anlamlar, belki de bu yerdeki bizi gerçek yapan ve en gerçek olan şeyler.

İnsan en çok acılarından bir şeyler anlıyor. Ve anlamak, anlaşılmak ihtiyacını doğuruyor. Eğer insan bu anlaşılmak ihtiyacını Rabbine yönelerek içindeki o manevi hissiyat ile giderebilirse, O zaman, bu arzu ve kutsal maneviyat ile kendi acılarını bile seviyor. Çünkü, varlığına ve anladıklarına Rabbini şahit tutarak bu şekilde var oluyor, varolmaktan manevi bir haz alıyor. Anlaşılmak ihtiyacını, gönlünde hissettiği Rabbinin sevgisi ile karşılıyor. Belki de bu haz, insana acılarını sevdiren en önemli sebeptir.

Dün dua ederken aklıma şu duayı etmek geldi; “Rabbim, ben acılarımı bile sana yakınlaşmak için sevdim. Bana doğru olanı göster, kalbimi eğriltme…”

Yusuf

Yusuf

Bir Mühendis.

Önerilen makaleler

2 Yorum

  1. Avatar

    burada yazanlara, çizenlere de bir söz hakkı doğuyor. onu da eklemek gerek. bir imgenin, bir tasvirin arkasına bu acıların yüzlercesini sıkıştırabilir bir yazar. ancak okuyucuların çoğu, bazen de tamamı kastedileni anlamaz. fakat bu, yazar için bir sorun doğurmaz. çünkü o kendini anlamıştır, bir de kağıt ona şahit olmuştur. bu ona ömrünün sonuna kadar yeter. bir başkası belki de başka bir anlam yükler o satıra, yine de ne âlâ. yani yazmak, kendini anlamak ve buna, biri kağıt olmak üzere en az bir şahit tutmaktır. kalemin, yoldaşın olsun.

    1. Yusuf

      Güzel yorumun için teşekkür ederim 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »