Sanki kanım çekilmiş. Damarlarımda akan şey; kan değilmiş de yaşamın orta yerinden kırpılmış, yarım bırakılmış küçük küçük kesitlermiş gibi. Artık yeni bir şey yokmuş gibi bir bakışta görüyorum perde arkasını. Bu yüzden heyecanlanmıyorum. Hiç bir konuda istekli olamıyorum. Epey önceleri, kalbimin varlığını atmasından değil, sızlamasından anlardım. Sanki herkesin kalbi atarken benimki sadece sızlardı. Fakat artık sızladığını bile hissetmiyorum. Sürekli bir durağanlık ne kadar yorucu, ne dağılmaz bir efsunmuş. İnsanın hisleri de uyuşuyormuş, çok bastırınca yaralarının üzerine. Sadece tarifi mümkün olmayan bir yorgunluk var üzerimde. Öyle bir yorgunluk ki, bu yorgunluğu yalnızca sonsuza dek sürecek bir uyku dindirebilir.

Hem dünyanın en cesur insanı kadar gözü pek ve korkusuz yaşıyorum, hem de geleceğe ulaşmaktan ve yaşamaktan ödüm kopuyor. Aslında korktuğum şey, bu korkusuzluğumun hep devam etmesi sanırım. Kendimi bilmesem , belki bunun elimdekilerin kıymetini bilmemekten kaynaklanan bir çeşit şımarıklık olduğunu söylerdim. Fakat sahip olduklarım, mahcubiyetimi sadece daha fazla arttırıyor. Sahip olduklarıma rağmen içimdeki bu tarifi imkansız şeyleri aşamıyor oluşum, karşısında büsbütün aciz kaldığım bir dev gibi beni düşüncelerimden yakalayıp yerden yere vuruyor. Yetişemiyorum bu dünyaya. Çok öncesinden geç kalmışım bir kere. Yetişemeyeceğimi bile bile, yetişsem de bana yar olmayacağını bile bile, artık koşmanın kime ne faydası var? Ne var ki, insan bedenini kontrol edebilse de ruhunu kontrol edemiyor. Bedenini durduruyor. Ama ruhu ölesiye koşmaya devam ediyor. Bu yüzden yorgunluğu hiç dinmiyor.

Her şeye rağmen, içimde varlığımı hissetmeme vesile olan tek bir gerçek duygu var; Hamd. Tüm yaşadıklarım ve sahip olduklarım için yüce Allah’a hamd olsun. Bu sözcük, arapçada övgü gibi bazı anlamlara gelebilir. Fakat benim için, bir övgüden ziyade bir hissediş ve bir duygudur. Hamd, öylesine yüce bir duygudur ki, hisseden insanı yüceltir ve onu bu dünyada başka hiç bir şeye ihtiyaç duymadan yaşatabilir. Bu duyguyu bakın şöyle tarif edeyim; belki günlerce yağmurlu ve fırtınalı bir havada zaman geçirirken ruhunuzu daraltan bu dağdağlı gökyüzünde bir anlığına bile olsa bir gök kuşağı görürsünüz. Onun latif görüntüsü, göğsünüzü hafifletir ve gözlerinizi yaşartır. Onu yaratanı düşünürsünüz. Ruhunuzu sıkan fırtınalı havayı ve onun neticesinde gördüğünüz bu gök kuşağının anlamını düşünürsünüz. Belki incinmişsinizdir ve belki kırgınsınızdır. Fakat, bu gök kuşağı, düşüncelerinizi tutuşturan bir hamd ateşinin ilk kıvılcımı oluverir. Serin kanlıklar altındaki kalbiniz ısınıverir. Bağrı susuzluktan büsbütün çatlamış toprağı, suyun lal ettiği, içinde türlü türlü canlılar barındıran bataklıkları, heybetli kayaları usul usul, sabırla yontan berrak suları, simsiyah katranları aklayan okyanusları, akıp giderken zamanı da beraberinde götüren parlak yıldızları, hiç bitmeyen bir süreklilikle titreşen zerreleri düşünürsünüz. Bir şeyler anlamaya başlarsınız. Sebep ve sonuçlar zihninizde anlam bulur. İşte o an, insanın kalbinde Rabbine karşı hissettiği duygunun adıdır hamd. Kalbinizde hamd hissederken, artık bu dünyada ne kaybettiklerinizin bir önemi vardır, ne de kazanacaklarınızın. Her şey, olması gerektiği gibidir. Bundan sonra hamd için yaşarsınız. Hamd etmek için ise erdem sahibi olmak ve bilmek gerekir. Bu gün aklıma şöyle bir dua geldi; “Allah’ım ilmimi arttır ki seni daha fazla hamd edebileyim. Beni hamd etmekten uzaklaştıran bilgisizlikten, cahillikten ve aşağı şeylerden uzaklaştır. Bana hikmetini bahşet ki seni daha doğru bilip daha doğru anlayabileyim. Senin hoşuna gitmeyen yaptığım ve yapmadığım her şey için özürlerimi kabul et ve beni bağışla.” Amin.

Yusuf

Yusuf

Bir Mühendis.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »