Anlamak ve Çabalamak

Bazen en güzel seçeneğin, beklenti içine girmeden, bir şeyleri umut etmeden yaşamak olduğunu düşünüyorum. Bir insan, bu şekilde yaşayabilir mi, yaşayabilirse ne kadar yaşayabilir, bilmiyorum. Fakat, artık belli bir farkındalık seviyesine ulaşmış ve bu yüzden kendine olan güvenini yer yer kaybetmiş benim gibi insanlar için umut etmek, zor geliyor. Bu yüzden insan tüm umudunu kaybetmek istiyor. Umut etmek zor geliyor, çünkü çabalamak, anlamsız geliyor. Bu sebeple de yaşamak, ağır geliyor. Belki umudumu kaybedip sadece bana ait olan salaş, yalnız ve düşünceli dünyama geri dönebilirim diye düşünüyor insan . Herkesten uzak o dünyada daha rahat olacağını sanıyor. Küçükken düşüp kanattığı dizinin kabuk bağlayan yarasıyla oynamak istemek gibi, çelişik bir arzuya kapılıyor.

Tüm bu tembelliğin ve dünyadan uzak olma isteğinin arkasında çok düşünmek olduğunu farkedebiliyorum. Belki de bir şeyleri olması gerekenden fazla anlıyorum. Fakat düşünmemek ve anlamamak gibi bir seçeneğe sahip değilim. Bana kalırsa insan ya çabalar ya da düşünür. İkisi genellikle beraber olmuyor. Hayat denilen şey, çabalamaktan ibarettir ve herkes kendi için anlamlı olan şeyler uğruna çabalar. Sevdiği insanlar için çabalar. Arzuladığı şeyler için çabalar. En önemlisi, uğruna değecek bir şey için çabalar. Ve bunu yaparken yaptıklarını anlayacak vakti yoktur. İnsan ancak kendi akıbetiyle başbaşa kaldığında düşünmeye ve dolayısıyla anlamaya başlar. Ve anlayabilmenin o dipsiz kuyusuna bir kere düştü mü, hayat denen o mücadele kervanını sonsuza dek kaçırır. Düşündükçe bazı şeyler anlam kaybına uğrar. Artık o kervana yetişmek de istemez. Anladıkça anlamsızlaşır tüm çabaları.

Sanırım çok anlamak, bir çeşit hastalıktır. Çok düşünen insan, bu hastalığa yakalanmıştır. Fakat bu hastalık, biyolojik bir hastalık olmanın ötesinde manevi bir hastalıktır ve aynı zamanda bir insan olma, bir yücelik belirtisidir. Bunu bir hastalık olarak adlandırıyorum; çünkü çok anlamak, insanı anı yaşamaktan koparır. Yani, onu hayatın normal akışındaki gerekliliklerinden koparır. Eksik ve kırık yapar. Bu yüzden belki bu durum bir engellilik veya hastalık durumu olarak değerlendirilebilir.

Çok anlamanın neden insanda bir tembellik oluşturduğunu ve çabalamaktan alıkoyduğunu, belki şu analojiyle anlatabilirim. Eğer bir aslanın hikayesini takip etseydik, kovaladığı ceylanı yakalayamamasına üzülür, belki karnını doyurması için çaba sarf ederdik. Aslanı kendi çabamızla beslediğimizde, doğal yaşamından koparıp avlanma becerilerini körelttiğimizi, onu uzun vadede açlığa mahkum ettiğimizi, belki yıllar sonra aslanı ölü bulduğumuzda anlayabilirdik. Bunu anladığımızda, artık başka bir aslan için böyle bir çaba içine girmek bize manasız ve saçma gelirdi. Aslında hayatın kendisi de bu hikayeden pek farklı değil. Her eylemin bir sebebi vardır. Ve bu akış içerisinde acaba ne kadarlık bir etkiye sahibiz, doğru ve yanlış bildiğimiz şeyler kime ve neye göre, materyalist bir dünya için mutlak bir gerçekten bile bahsedemezken bu doğruların ne önemi var? Fakat bunları düşünürken şu an davranışınıza ve karakterinize yön veren genetik kodunuzun yüz binlerce yıllık bir serüvenle nesilden nesile aktarılmış atalarınızın karakter, inanç ve davranışılarına dayandığını, şu an kim olduğunuzu ve yaptığınız seçimlerinizi belirleyen faktörleri oluşturduğunu hatırlatmakta fayda var.

Evet, bu çok anlamak hastalığına yakalandığımı kabul ediyorum. Her hasta gibi ben de bu hastalığıma bir ilaç aradım durdum. Öyle sanıyorum ki bu hastalığın tek ilacı sevgidir. Çünkü, insan bu mantık labirentinde çıkışı bulmak için oradan oraya savrulurken ancak sevdiğinde anlama ihtiyacı hissetmeden yaşamın gereklilikleri için çabalamaya başlar. Ve sevmek, zaten içimize konulmuş bir olgudur. Fakat onu nasıl kullanmamız gerektiğini de öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü her şey gibi insanın sevgisi de sınırlıdır. Ve yanlış yerde yanlış şekilde kullanıldığında hiç bir işe yaramadan biter.

Belki de sevmeyi henüz öğrenememişimdir. Çünkü , bazen bu kalpsiz dünyada sevmenin bile çıkara ve estetiğe dayandığını görmek beni her şeyden soğutuyor. Bu yüzden güzel olanı severken sanki bir suç işliyormuşum gibi hissediyorum. Kimsenin kimseyi gerçekten sevebileceğine inanmadığı, sadece çıkarların ve hazların sevildiği pragmatist bir dünyada, güzel olana bakıp sevgiyle iyileşmeyi hayal etmek, olsa olsa bir suç olabilir ancak. Fakat yine de sevmeyi deniyorum. Tüm mevcudatı ve varlığı olduğu gibi kabul edip sadece sevebilmeyi… Güzel ve çirkin, iyi ve kötü, farklı ve benzer ayırt etmeden, bir çıkar ve beklenti gözetmeden. Sadece varolduğu ve Allah tarafından yaratıldığı için.

Yusuf

Yusuf

Bir Mühendis.

Önerilen makaleler

2 Yorum

  1. Avatar

    Umut etmek bizi yarınlara bağlayan düştüğümüz de tekrar kalkmamızı sağlayan her şeye rağmen bizi yaşama bağlayan şey değil midir
    İnsan umut etmeden yaşayabilir mi? Umut olmadan yaşamın bir anlamlı kalır mı?

    1. Yusuf

      Yorum için teşekkür ederim. Bence sorduğunuz soru, güzel ve üzerinde epeyce düşünmüş olduğum bir soruydu. Fikrimce umut etmek, inanmak ile çok yakın bir anlam taşır. Bir şeye inanıyorsanız, umut edersiniz. Burada önemli olan,neye inandığınız ve dolayısıyla neye umut ettiğinizdir. Bence Allah inancınız varsa ve bu umudu sadece onun için besliyorsanız yaşamak için başka hiç bir umuda ihtiyaç duymadan yaşayabilirsiniz diye düşünüyorum. Bu durumda dünya ve maddeyle ilgili hiç bir umudunuzun olmasını da gerek olmaz. Çünkü şu anda içinde bulunduğum durum bu şekilde.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »