“Fikirler saygı konusu değil, bir değerlendirme konusudur. İnsan’a saygı duyulur. Fakat, fikirler tartışılır.” loanna Kuçukardi’nin dinlediğim küçük bir söyleşisinde bu tespitini çok yerinde bulmuştum. Bu söyleşiyi Farabi’nin “Erdemli Şehir” kitabını okurken dinlemiş olmam da benim için güzel oldu. Çünkü bu durum bana farklı ilhamlar verdi.

Farabi, Aristoteles gibi fikirlerin neden kaynaklandığını sorgularken iki çeşit fikirden bahsediyor. Salt bilgi ve deneyimlerden oluşan fikri, edilgin fikir olarak tanımlarken bu nesnesel fikrin soyutlanarak derinlik ve ilahi bir kuvvet kazanmış halini, etkin fikir olarak adlandırıyor. Aslında bence, bu tanım ve fikirlere bir de bilgi ve inanç konusunu eklemek gerekiyor. Bilgi olarak adlandırdığımız şey, gündelik hayatımızda algılayabildiğimiz reel sebep, sonuçlardır. Bu sebep ve sonuçları yani bilgiyi yorumladığımızda fikir edinmiş oluruz. Örneğin havanın karardığını ve etrafta kimsenin olmadığını gördüğümüzde daha güvenli bir yerde olma fikrini edinebiliriz. Bu fikre, edilgin fikir diyebiliriz. Fakat bu fikir, reelde tamamen yanlış bir fikir de olabilir. Çünkü, edilgin fikrin doğruluk oranı, gerçek bilginin ne kadarını bildiğimize göre değişir. Ne kadar az biliyorsak, edindiğimiz fikrin yanlış olma ihtimali o kadar fazladır.Ve hiç bir zaman mevcut bilginin tamamını bilemeyeceğimiz için bu fikirler en fazla mutlak doğruya yakınsayabilirler. Yani aslında ben, bu fikirleri doğru veya yanlış olarak betimlemek yerine doğruya veya yanlışa yakınsayan fikirler olarak değerlendiriyorum. Bu sebeple reeldeki bilgiye bakarak yanlışlığını görebildiğimiz bir fikre saygı duymamız söz konusu olamaz. Bana kalırsa ahlaki olarak yanlışa yakınsamış bir edilgin fikrin muhatabı, o fikri tartışılarak düzeltmeye çalışmalıdır. Aslında bu, insani bir ödevdir.

Bazen de, ne mevcut reel bilgiler, ne sayılar ne de kelimeler bir manaya gelir insan için. Bazı şeyleri anlamanın tek yolu yaşamak ve o durumu hissederek edinilmiş fikirlerde derinleşmektir. Yaşanılan bu tecrübelerden edinilmiş edilgin fikirler derinleşerek somut olmayan ama insanın zihninde soyut fikirlere dönüşen derin anlayışlara, etkin fikirlere dönüşürler. İnsanı, Aristoteles’e göre erdeme, Farabi’ye göre ise gerçek imana taşıyan fikirlerdir bunlar. Bana göre inanç, ancak bu fikirlerle mümkün olabilir. Ve bu fikirleri tartışmak pek mantıklı değildir. Çünkü bu fikirleri herkes aynı şekilde anlamayabilir, muhatabına aynı manaya gelecek şekilde anlatamayabilir. Aslında başkasından duyduğumuz bir fikrin etkin mi yoksa edilgin fikir mi olduğunu da anlamayabiliriz. Sanırım çoğu durumda bunun ayrımına sadece fikrin sahibi varabilir.

Bence, bir şeyi kabul etmek ile ona inanmak farklı şeylerdir. Çoğumuz Allah’a inandığımızı söyleriz. Fakat gerçekte sadece bazılarımız inanır. Ve bu bazılarının kim olduğunu sadece Allah bilebilir. Diğerleri, onu kabul eder. Bir şeyi kabul etmek, üzerine düşünmüş olmayı veya samimiyeti gerektirmez. Bu sadece bir kabuldür ve felsefede bu durum, dogmatizm olarak adlandırılır. Dogmatik insanlar, siyasi olarak muhafazar insanlardır. Kabul ettikleri şeylerin dışına çıkmayı reddederler ve bunların dışındaki fikirleri de pek hoş görmezler. Bu sebeple aslında kendi fikirleri kabul ettikleri şeylerin dışında sadece reel bilgiye ve dolayısıyla kendi reel çıkarlarına dayanır. Fakat reelde bunlar doğruya yakınsamış fikirler olabilir. Aynı şekilde yanlışa yakınsamış da olabilir. Bana göre dogmatik insanların bu tarz edilgin fikirleri asla bir etkin fikre dolayısıyla bir inanca evrilemez. Çünkü bir fikrin üzerinde derinleşrebilmek, onu hissedilenle soyutlayabilmek, dolayısıyla etkin fikir haline getirebilmek, kabullerin dışına çıkıp farklı açılardan düşünebilmeyi gerektirir. Mevlana’nın dediği gibi, “Ya bul o yolu, ya da o yolda kaybol!”. Yani işin aslı, ancak bulmak isteyen, kaybolur.

Diğer taraftan inanca evrilen etkin, derin ve soyut fikirlerin doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmanın bir manası da yoktur. Çünkü soyutturlar. Bu fikirler sadece belirtilebilirler ve herkes bu fikirlerden farklı derin manalar çıkarabilir. Fakat bu herkes tarafından anlaşılan şeyler tartışılabilir. Bu yüzden etkin fikirlere herkesin kendisi ulaşması gerekiyor. Bence, edilgin, somut fikirler veya dogmatik kabuller bir saygı konusu olmasalar da etkin, soyut fikirler ve inançlar bir saygı konusudur. Çünkü bunlar, insanın bizatihi kendisi ve yüce sıfatlarıdır. İnsan, saygı konusudur. Fakat bence buradaki insan tanımı somut ve fiziksel bir tanım olmamalıdır. Çünkü insan olarak varolmak, insanı diğer canlı ve nesnelerden farklı yapan vicdan, empati, düşünce ve inanç gibi melekelerini kullanabilmek ile mümkündür. Bu sebeple bana göre her insan olarak doğan kişi, insan olarak ölmeyebilir. İnsan olmak da soyut bir kavramdır ve somut tanıma uyan her kimse eşit saygıyı haketmeyebilir. Fakat genellikle dışarıdan bu soyut tanımları görebilmek pek mümkün değildir. Bu sebeple somut olarak insan gördüğümüz herkese eşit derecede saygı duymamız gerekir.

Sanırım her düşünce veya fikir yeterince derinleştiğinde yani etkin hale geldiğinde bir inanca evrilmek zorundadır. Fakat yeterince derinleşmemiş ve üzerine düşünülmeye devam edilmemiş edilgin fikirler, kabuller olarak kalırlar. Bunun en önemli sebebi her daim şüphenin var olmasıdır. Şüpheyi hayatımızın bir parçası yapan şey, mevcut bilginin tamamını hiç bir zaman bilememektir. Ve bu dünyada hiç bir insan, hiç bir zaman bu bilginin tamamını bilemeyecek. Bu sebeple somut bilgiye dayanan edilgin fikirlerin hiç biri inanç olamadığı gibi kesin doğru da olamaz.

Burada kabul ve inancı biraz daha düşünmemiz gerek. İnanç, etkin fikirden yani düşüncenin samimiyet gibi soyut hislerle evrilmiş son halidir. İnsan inanmak veya kabul etmek zorundadır, çünkü mevcut bilginin tamamını hiç bir zaman bilemez. Bir olguyu kabul etmekte düşünmek ve etkin fikre sahip olmak gibi bir şart yoktur. Fakat, inanabilmenin ilk şartı düşünebilmektir. Bu düşünceden kaynaklı fikirlerin derinleşebilmesi için de yeterince bilmek gerekir. O düşünce derinleşir ve inanca dönüşür. Fakat inanç, bazı kabulleri de beraberinde getirebilir. Örneğin, Kuran okuyarak Allah’ın varlığına inandığınız da oradaki ayetlerin her biri için ayrı ayrı derinleşmemiş ve çok geniş bilgi edinmemiş olabilirsiniz. Fakat, Allah inancınızdan ötürü onları kabul edersiniz. Doğal olarak ayetlerin her birine olan kabulün inanca dönüşebilmesi için de onlar üzerinde ayrı ayrı düşünüp ekin fikre sahip olmak, derinleşebilmiş olmak gerekir. Bu sebeple inancın da seviyeleri, azlığı ve çokluğu vardır. Fakat tabi ki Allah katında en makbul olanın kim olduğunu yine o bilir. Bizi, yetenek ve kapasitelerimize göre değerlendirecek olan odur. Belki bazı insanların kendi kapasitelerine göre sadece kabul etmesi Allah katında yeterlidir. Bazıları için ise kapasitesine göre, beklenti daha yüksektir. Sonuç olarak inanmak ve kabul etmek farklı şeyle olsa da her ikisi de muhatabına göre makbul olabilir. Fakat yine de bana inanç, daha yüce geliyor.

Yusuf

Yusuf

Bir Mühendis.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »