Anlatmak, iz bırakmaktır ve her insan, iz bırakmak ister. Belki de dertlerimizi paylaştığımızda, onları kendimize yakın hissettiğimiz diğer insanlara anlattığımızda içimiz biraz olsun rahatlıyorsa, bunun asıl sebebi bir insanda küçük de olsa bir iz bırakmış olmamızdır. Çünkü böylelikle belki dünyada katlandığımız bu bomboş dertlerimizin bir izi yani bir karşılığı olur. Bu karşılık ise bizim için bir anlam ifade eder. Bizi bu hayattaki yeknesak çilelere rağmen yaşatan bu muteber anlamlardan başka nedir ki?
Şimdi bir de tam tersini düşünelim. Ne derdini anlatabildiği ne de bir karşılık bulabildiği kendi dünyasında yapayalnız bir insanın çektiği bu çilelerin ne gibi bir anlamı vardır? Bana kalırsa er ya da gece kaybolup gideceğimiz bu dünyada hiç bir anlamı yoktur. Anlam, değerden türer ve değerin oluşabilmesi için de illa ki bir üçüncü şahış olmalı. Çünkü tek başımıza ne kendimize değer biçebiliyoruz ne de bu hayatı değerli bulabiliyoruz. Yani bu hayat koşusunda insanın soluğunu kesip onu malup eden amansız tuzak, çile ve dert değil, bu anlamsızlıktır işte. Bu amaçsızlıktır, insanı yoran. Çünkü anlamın olmadığı yerde amaç da olamaz.
Örneğin tek başıma oturup yine hayatı sorguladığım bu masada yemek yemek benim için o kadar değersiz ve o kadar anlamsız ki, ne kuru bir ekmek yemenin ne de enginar yaprağına sarılmış ve tütsülenip marine edilmiş pekin ördeği yememin birbirinden hiç bir farkı yok. Çünkü yalnız kaldığım bu anın bana bir kıymeti olduğunu hatırlatacak hiç kimse yok. Bunlardan herhangi birini yemek, sadece beni hayatta tutuyor işte, eksik veya fazlası yok. Daha önce, hiç yemek yerken yemeğin boğazınıza dizilip bir türlü geçmediği ve gözlerinizi doldurduğu oldu mu? Benim oldu.Fakat, dertlerden ve çilelerden değil, bu anlamsızlıktan. Bazen, yemek yemek bile canımı yakıyor. Fakat bu acıyı bedenimde değil, ruhumda hissediyorum.
Oysa çoğu düşünür, insanın tek başına kendine yetebileceğini düşünüyordu. Peki o zaman niçin bu fikirlerini yazma ve paylaşma gereği duydular? Kendi başlarına hiç bir şey anlatmadan da evvela yaşayabilirlerdi. Belki de bunu başarabilen de vardır kim bilir? Öyleleri varsalar bile, onları bir türlü kayda değer bulamıyorum. Çünkü ben en başında başaramadan kaybetmiş gibiyim. Çok yorgunum, bilseniz. Ruhum sanki bir tabutun içerisinde gün be gün çürüyor ve ben bunu hissederken yaşıyor taklidi yapıyorum sadece. Bazen bu taklidi yapmak, beni usta bir aktör, bir sanatçı gibi hissettiriyor. O zaman, kendi gözümde büyüyüp benliğimde bir çeşit yücelik hissediyorum. Fakat bunun ardından tüm bu tiyatro oyununun tekrar farkına vardığımda, yitik düşlerin belirginleştirdiği koyu bir mahcubiyet hissediyorum.
Velhasılı, anlatmak… Benim gözümde bu oralar anlatabilmek o kadar mühim bir mevzudur ki, insanın bu hayatta bir anlam bulabilmesinin belki de bir kaç yolundan biridir. Allah’a anlatırsın adı dua olur, insanlara anlatırsın adı, muhabbet olur, kağıda anlatırsın adı edebiyat olur. Kendine anlatırsın, adı felsefe olur. İşte bu yüzden anlatmak istiyorum ben de. Dinleyen olur mu bilmem. Lakin illa ki bu kaleme ve bu kağıda şahit Yaradan dinliyor.