Performans Sanatçısı Arkadaş

Bundan epey süre önce, uzun dönem staj yaparken bir çok insanla kaldığım bir apart dairede bazı eşyalarımı çaldırmıştım. Aradan bir süre geçtikten sonra hırsızın kim olduğunu anladım. Hırsız, sohbet ettiğim ve sevdiğim biriydi. Bu durum, beni çok üzmüştü. Bir süre hiç bir şey söylemedim. Çünkü ne yapacağımı bilmiyordum. Aslında içten içe, arkadaşımın kendisinin itiraf etmesini bekliyordum. Eğer böyle bir cesaret gösterebilirse, onu bağışlayacağımı bile düşünüyordum. Ne de olsa tüm geçmişimin hatırına bana göre halen iyi bir insandı. Ama yine de gözümden düşmüştü. Artık onunla ne konuşmak istiyordum, ne de ona yakın olmak. Aradan zaman geçtikçe itiraf etmek şöyle dursun, baska eşyalarım da çalınmaya başlamıştı. Ona olan sevgim, çok kısa bir süre içinde öfkeye dönüştü. Hani bazen insan, sevdiği birisini birden yabancılamaya başlar. Fakat, bu yabancılık duygusunun özünde aslında bir miktar da kendisine karşı yabancılık hissi yatar. Çünkü geçmişi, insanın kendisidir. Geçmiş ve anılardan başka neyiz ki biz?

Halen bazı geceler, ığıl ığıl hissettirmeden birikmiş bir tür öfkeyle arkadaşımın üzerine atlayıp onu yumruklamaya başladığımı ve birden bu tek atımlık öfkemin bitip kendime şaşakaldığımı hatırlayıp duruyorum. Sanırım arkadaşım, içinde bulunduğu bu suçluluk psikolojisi sebebiyle bana hiç bir karşılık vermemişti. Fakat, yine de arlanmaz bir hırsız olduğunu asla kabul etmedi. Onun karşılık vermemesine rağmen onu hırpalamaya devam etmem, bana her zaman kendi kişiliğimi sorgulatmıştır. Böyle anılarım zihnimde canlandıkça insanın kim olduğunu belirleyen en önemli şeyin aslında içinde bulunduğu durum ve şartlar olduğunu düşünmeden edemem. Fakat o an için hiç birimiz ne şartların ne de kendimizin farkındaydık. Yine de kendime olan bu ani şaşkınlığın yarattığı küçük bir aydınlanma kıvılcımı cereyan etmişti kafamda. Birden duraksadım. Arkadaşımın itiraz ve sitemleri azaldı, azaldı ve en sonunda kesildi. O kavganın can hıraş gürültüsü, benim duraksamamla yatışıp yerini anlamsız bir sessizliğe bırakmıştı.

O yabancılaşmış ve artık tanıyamadığım benin gözlerine baktım. Aslında neden bunu yaptığını sormak istedim. Hem kendisine hem de bana yaptıklarına dair “Neden yaptın?” sorusu, çok rahatsız edici tiz bir sesle kafamın içinde giderek yükseliyordu. Aklıma nereden geldi bilmem, bu soruyu ona olduğu gibi yöneltmek yerine ondan bu hırsızlığı bana da öğretmesini isteyiverdim sadece. Bu hırsızlığı neden ve nasıl yaptığını öylesine merak etmiştim ki, öfkemden tamamen kopup arkadaşımı bir çeşit kobay faresi gibi görmeye başlamıştım. İlk başta hırsız olduğunu kabul etmeyip söylediklerimi tümüyle reddetti. Fakat çoğu kez, insanları övmenin, onların kabul etmeyecekleri şeyleri bile kolaylıkla üstlenmelerine olanak sağladığına tanıklık etmişimdir. Bu da o örneklerden biriydi. Bu yüzden övüldüğüm zaman çoğunlukla hem kendimi kötü hisseder hem de öven kişide bir art niyet ararım.

Bu olaydan sonra, ilk başlarda iletişimimiz tamamen kopmak üzereydi. Fakat, içimdeki yabacılık kırgınlığını silip, merakı ve anlama isteğini tüm benliğime kuşanarak bir fırsatını yakalayıp yaptığı hırsızlığa dair ona sarf ettiğim samimi, merak dolu ama yersiz övgüler bir süre sonra meyvesini vermeye başlamıştı. Her ne kadar kabul etmek istemese de bu övgüler, onun kendisini değeri kimse tarafından anlaşılamamış eserler veren anonim bir sanatçı gibi hissetmesine sebep olmuş olacak ki, bazı şeyleri bana anlatmayı istemeye başlamıştı. Dostoyevski’nin hırsızları ve kaçakçıları bir çeşit sanatkara benzettiği kitaplarını çok sonradan okudum. Fakat bu psikolojik analizi okumadan önce bizzat kendim bir tanık olarak tecrübe etmiş olmam Dostoyevski’ye saygımı bir kez daha arttırmıştır. Aslında arkadaşım tüm bunları sadece içindeki tutkudan ve ihtirastan yapıyordu. İhtiyaç sahibi olduğu için değil, bunu yaparken kendi hünerini ortaya koymak istediği için yapıyordu. Belki yaptığı bu sanat; bildiğimiz bu dünya için günah, zararlı ve anlaşılmazdı. Fakat gördüğüm kadarıyla hiç bir sanatçı da ilk başta anlaşılma ve yararlı olma amacı gütmüyor. Yani sanat, her zaman zararsız veya faydalı olmayabilir. Şu anki popüler kültürde sanata bakış açısı genellikle estetik kavramı altında toplanıyor olabilir. Fakat geniş bir perspektiften bakarsak sanatı, insanın duygusal veya düşünsel anlamda kendini ifade etme biçimi olarak ele almak bana daha mantıklı geliyor. Aynı şeyi belki, seri katiller, porno yıldızları, tutkulu estetisyen cerrahlar, sadistler veya mazoşistler için de söyleyebiliriz. Bu açıdan belki sanatın her türlüsünde ileri gitmek iyi bir şey değildir. Ve belki, sanatın da bazı etik sınırları olmalıdır.

Arkadaşım, adına sanat veya her ne dersek diyelim kendi yaptığı bu şeyin inceliklerini bana anlatmaya başladıkça fikir ve derinlik konusunda kendimi sorgulamaya başladım. Halen bazı zamanlar ufak tefek şeylerimi çalıyordu. Zaten çok eşyam yoktu. Çalınanlar da ufak tefek şeylerdi. Belki de bu yüzdendir, artık ona bir türlü kızamıyordum. Ya da gerçekten her şeyi anlamak, her şeyi affetmek ve mazur görmek demekti. Çünkü yaptığı bu şeyin, derinliğine sahipti. Örneğin bir gün şöyle demişti; “İnsan kalıcı olmadığı bu dünyada bir şeylerin sahibi de olamaz. Eşyalar sadece bize geçici zevkler verir. Kimsenin sahibi olamayacağı bir eşyayı çalamazsın, sadece bir şekilde edinirsin. Bazen parayla, bazen silah zoruyla, bazen de sihirbazlık yaparak – (ki burada kastettiği hırsızlık).” Söyledikleri ilk zamanlar yüzeysel gelse de insanların kişiligini ve davranışlarını yüzlerinden nasıl okuduğunu, dalgın insanların davranışlarından nasıl yararlandığını, rol yapmanın önemini ve detaylarını anlattıkça dinlediklerim bana çok anlamlı gelmeye başlamıştı. Artık bu derinliği bana anlattıklarında görebiliyordum. Aslında o, bir çeşit tiyatro ya da sihirbazlık gösterisi yapıyordu. Kafasındaki dünya bizimkinden çok farklıydı. Onun için eşyalar sadece kendi tiyatrosunun bir dekoruydu.

O günden itibaren insanın yaptığı şey, her ne olursa olsun, her zaman bir felsefi derinlik payı olduğunu düşünmeye başladım. Uğraşındaki bu derinliği keşfedebilmiş, yakalayabilmiş her insan, o derinlikten bir miktar yücelik sıfatı yükleniyordu benliğine. Bu yücelik, negatif paydada olsa bile bir çeşit yüceliktir bana göre. Ve bu hayatta herkes, kendi ruhunu ancak bu yücelik kavramlarıyla besler. Ruhu bu derinliklere aç kalmış, yüzeysel yaşayan her insan, kendisini yüce hissedemeyeceğine göre sanırım, aşağılık hissediyordur. Hiç kimsenin böyle bir aşağılık duygusuna katlanabileceğini sanmam. Bu yüzden , yaptığı şey ne kadar kötü ve aşağılık da olsa o işten kendine bir yücelik devşirebiliyor insan. Tüm bunlar, bana işkolik, sanki dünyanın en önemli işine sahipmiş gibi davranan ve hayatı sadece para kazanmaktan, çalışmaktan ibaretmiş gibi yaşayan insanların davranışlarını açıklıyor. Hatta ve hatta, insandaki kibrin ve bunun neden olduğu tüm kötülüklerin nedenini de açıklıyor. Çünkü bu insanların hayatlarında başka bir derinlik yok. Ve onlar, kendilerini yüce hissettiren tek şeye sarılarak yaşıyorlar. Kendilerini ancak bu şekilde ifade edebiliyorlar. Bu yüzden sanırım insan sürekli olarak kendini farklı konularda da derintirleşme ihtiyacı duymalı ki belki bu şekilde kendi yüzeyselliğini farkedip asıl yüceliğe ulaşabilsin.

Her neyse, hikayemize geri dönelim. Bu performans sanatçısı arkadaşımla sonumuzun nasıl bittiğini merak ediyorsunuzdur belki. Arkadaşım, içten içe suçlu olduğunu ve bu hırsızlığı yapmaması gerektiğini biliyordu aslında. Fakat yine de yaptığı her davranışını kendi kendine meşrulaştıran bir düşüncesi vardı. Onunla geçirdiğim süre boyunca düşüncelerini yadırgamadan, yorumlamadan sadece merak ederek dinledim. Bunu neden yaptığına dair ulaştığım tek somut sonuç, bunu yaparken kendini buluyor ve kendini bu şekilde ifade ediyor olduğuydu. Benden çalmaması için mümkün olduğunca yanımda herhangi bir eşya barındırmıyordum. Sanırım onu dinlediğim ve övdüğüm için ya da ona sevecen bir keriz gibi gördüğüm için beni seviyordu. Fakat bu sevgisi, hırsızlığa olan tutkusundan büyük değildi. Stajım bitene kadar kaldığım apart daireden benden başka kimseye yakalanıp dışarı atılmadı. Belki de yalnızca benden çalmıştı. Stajım bittiğinde, o apart daireden ayrıldım. Ayrıldıktan sonra bir müddet bayram mesajları falan çektik birbirimize. Çok uzun zamandır bütün iletişimimiz kopuktu. Telefonunu kapatmış ve bütün sosyal medya hesaplarını silmişti. Fakat, uzun süre önce vazgeçemediği hırsızlıklarından dolayı yakalanıp linç edildiğini ve psikolojik tedavi gördüğünü, o apart dairede kalan başka birinden duymuştum. Onun yaptığının bir çeşit sanat olduğunu söyledikten sonra bu yüzden psikolojik tedavi gördüğünü duymak bir miktar garip hissettiriyor değil mi? Düşünün ki çok iyi bir müzisyensiniz. Fakat yaptığınız müzik herkese zarar veriyor. Bu yüzden, müzik yapmamanız için tedavi görüyorsunuz. Bana komik geliyor, sizi bilmem…

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »