Zamanın Sonu

Geçen her dakika biraz daha yaşlanıyorum. Fakat beni yaşlandıran şey, geçen zaman değil, içinde bulunduğum zamanın ağırlığı. Sanırım yaşlanmak, bu hayatta geçirilen süreden ziyade o sürenin ne kadar ağır olduğu ile alakalı bir şey. Bu yüzden herkes kendi zamanında yaşıyor. Belki saatlerimiz aynı sayıları gösteriyor ama yüreklerimiz farklı ağırlıkları taşıyor. Birbirimize ufak mesafelerle yakın olabilirken belki, kendi zamanımızda birbirimizden yıllarca uzağız. Tıpkı bunun gibi, bazen kendimi zamanın en sonundaymış gibi hissediyorum. Sona o kadar erken varmışım ki, benden başka kimsecikler yok orada. Bu yüzden bir alay konusuyum ve buna ne bir itirazım var ne de bir serzenişim.

Bu gün daha genç zamanlarımı hatırladım. Küçük çocukların tükenmeyen cıvıl cıvıl hayat enerjilerinde eskiden duyduğum pervasız heyecanlarımı görüverdim. Sanki bir su birikintisiymişim. Zamanla buharlaşarak azalmışım. Yaşamak denilen bu şey, mantık ve felsefeden ne kadar da uzak bir şey. Bense saplanmışım adeta kendi düşüncelerime. Benliğimin düzlüklerinde mecnun olmuşum. Yüreğim biliyor ama göremiyor güzellikleri. Öyle bir şey ki, sanki içimin tan yeri ağırmış ve ben öylece o manzarayı seyre dalmışım. Beni biraz dinleyen insanlar hemen mutsuz ve depresif olduğumu düşünüyor artık. Çünkü gözlerim eskisi gibi parlamıyor. Eylül akşamları gökyüzünde görülen berrak yıldızlar aydınlatmıyor içimi. Yağmurlar silemiyor benliğime yapışmış kirleri. Tereddütlerin pençesinden duyuluyor sesim.

Oysa tüm bunlara rağmen depresif ya da mutsuz değilim. Kafam karışık o kadar. Bu karmaşada bir şeyler arıyorum ama bulamıyorum. Sözlerimi kaybediyorum bazen. Bazen gülüşlerimi, bazen de ağlamalarımı kaybediyorum. Ama sonra bir ara tekrar buluyorum onları. Bazen de ne aradığımı bile bilmiyorum. Sadece arıyorum. Yana yakıla, döne dolaşa arıyorum. Aklımı da kaybediyorum bu sırada. Deli diyorlarsa da aldırmıyorum. Bazen bu aramalarda istemeden de olsa kendimi buluyorum. Ama sonra yine kaybediyorum. Sanki, benim için zaman arama, bulma ve kaybetme çemberinde dönüyor. Belki anlamsız ama gerçek bu.

Galiba hepsi yalnızlıktan. Fakat, o kadar yalnızım ki, yalnız olmamayı hayal bile edemiyorum artık. Hayalim bile sınırlı bu dünyada. Fakat bir türlü bu sınırlara sığamıyorum. Bazen garip geliyor, nasıl oluyor da sığamadığım kendi küçük dünyamda kaybolabiliyorum? Sanki kaybola kaybola geldim zamanın en sonuna. Burada zaman neredeyse durma noktasında ve ben bu genç yaşımda o kadar yaşlı hissediyorum ki neredeyse hayatın tüm heyecanlarından arınmış ruhum.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »