Herhangi bir duruma fazlaca maruz kaldığımızda ona karşı duyarsızlaşırız. Aslında duyarsızlaşma, biyolojik olarak bir çeşit uyum sağlama ve hayatta kalma eğiliminin sonucudur. Evet bir açıdan bakınca doğa böyle işliyor. Adaletsizliğe olan bu duyarsızlığımız da çok uzun süredir adaletsizliğe maruz kalmamızdan ileri geliyor. Biz duyarsızlaştıkça da toplumsal bozulma çok daha hızlı ve kolay oluyor tabi. Yani aslında bir bakıma biyolojik kodlarımızı takip ediyoruz. Hayatta kalmak için uyum sağlıyor ve alışıyoruz. Bu şekilde bireysel olarak hayatta kalma şansımız artsa da toplumsal olarak günden güne çürüyoruz. Dahası hiç birimiz bu duyarsızlığın büyüttüğü adaletsizliğin günün birinde bizi öldürebileceğini düşünmek dahi istemiyor. Belki de gerçekten adaletsizlikten değil, normal yollarla ölürüz. Fakat bu gerçeği hayatımızın sonuna kadar her zaman biliyor olacağız. Bilmek bazen en büyük cezadır.
Bu bağlamda varoluş felsefesine hak veriyorum. İnsan dediğimiz varlık, sadece biyolojik bir oluşumdan ibaretse o zaman adalet diye bir anlayışımızın olması gerekmezdi. Çünkü sürekli ona maruz kalır, alışır ve sonunda da maymunlarınkinden hallice bir medeniyetimiz olurdu. Belki bazı medeniyetler halen böyledir ve muz cumhuriyeti kavramı buradan geliyordur, bilemem. Fakat bildiğim bir şey var ki, insan dediğimiz canlı, bu dünyada kendi biyolojik doğasına meydan okuyan tek canlıdır. Ve belki insan olmak, hayvan veya herhangi bir canlı olmanın aksine meydan okumayı gerektirir, bu yüzden de çok zordur. Sanki ait olmadığımız bir dünyada, bize ait olmayan biyolojik sınırlar içerisinde varlığımızı sürdürmeye çalışıyormuşuz gibi… İşte bu yüzden bizi insan yapan şey, biyolojik varlığımız değil, bu varoluş mücadelesidir.
Bazıları insan olmaktan vazgeçemez. Bazıları ise çoktan vazgeçmiştir ama bundan haberi dahi yoktur. Sonuçta ikisi de insan gibi görünür. Fakat aslında gerçeği gözler göremez. Bana gelirsek, ben genellikle gerçeklere alışmaya karşı direnmişimdir. İşte bu yüzden, adaletsizliğe, bayağılığa ve yüzeyselliğe alışmayı reddediyorum. Çünkü benim için biyolojik olarak yaşıyor olmanın hiç bir önemi yok. Bu reddediş bir çeşit klavye delikanlılığı olsa ve elimden başka bir şey gelmiyor olsa da fark etmez. 🙂 Sanırım önemli olan bu, anlayışı bir şekilde haykırabilmektir. Haykırmak önemlidir. Çünkü, duyarsızlaşmayı ancak o bozabilir.
Adalet anlayışı önce bireyde başlar ve sonra topluma yayılır. Aslında çoğumuz, adaletsizliğin sadece bize karşı yapılabilen bir şey olduğunu sanıyoruz. Toplumsal adaletsizliğin en temelinde bu anlayış var zaten. Bilakis yaşadığımız çevrede adaletsizliği belki çoğunlukla biz yapıyoruzdur. Aslında burada kendimizi ne kadar sorguladığımız ve ne kadar kendimizin farkında yaşadığımızın da büyük önemi var. Fakat yine de çevremizde bizim dışımızda görülen adaletsizliklere tepki göstermemiz ve buna alışmamamız gerekir. Bunu konuşmak da bir tepkidir. Bence bunları konuşmalıyız. Hatta en çok ve her yerde bunları konuşmalıyız.