Eşitleyemediklerim

Hesap yapmakla geçiyor ömrüm. Sayılar, değişkenler, sonsuz kodlar… Bazen öyle dalıyorum ki hesaplara, kendimi de yitiriyorum aralarında. Bir nesneyim artık, diğer nesnelerden farksız. Bir rakamım, sıradan, silik, unutulmuş. Fakat hissiz. Acıdan uzak. Çünkü her şeyi dengeliyorum zihnimde: acıyı neşeyle, karanlığı aydınlıkla. Her negatifi bir pozitife bağlıyorum, her eksiyi bir artıyla sıfırlıyorum. Belki de hayat dediğimiz şey, işte bu kocaman denklemden ibaret. Ve ben, sessizce kayboluyorum o denklemin kalabalığında.

Yine de eşitleyemediklerim var. Görüntü dediğimiz o büyülü yalanı mesela. Hem bu kadar sahte, hem bu kadar gerçek. Bir yüz ifadesi, bir duruş, bir ışık oyunu… Hepsi kurgulanmış bir tiyatronun maskeleri. Ama ne tuhaftır ki, bu sahnedeki her rol, içimdeki en dipsiz kuyuları karıştırıyor. Belki tüm fiziksel sahtelikleri dengeleyebilirim: Gölgeyi ışıkla, çizgiyi renkle… Peki ya bir bakış, ansızın düşmüş ve zihnime kazınmış bir gülüş… Sadece bir kas hareketi olmasına rağmen, insanın yüreğine saplanan o tebessüm? Eşitliğin formülüne sığmayan tek şey, işte bu. Bir insanın gözlerinde kırılan ve hiçbir denklemin eşitleyemediği, betimleyemediği o buruk tebessüm.

İşte o tebessüm, aynalardan yansıyan bir güneş gibi içimde öbekleşmiş karanlığı acımasızca ışığa boğuyor. İnsan olmaktan ne kadar uzaklaştığımı vuruyor yüzüme. Bu rakamlarla örülü dünyada, rakam olmamak için direnen benliğimi bir kez daha umutlandırıyor. Bütün denklemlerimi altüst ediyor. Hiçbir formüle sığamamış insanlık artığı beni, saklandığım yerden kıskıvrak yakalayıp yerden yere vuruyor.

O tebessümle birlikte kanıyormuş gibi hissediyorum artık çaresizliği ve hüznü. Tüm cetveller kırılıyor, tüm hesaplar yanılıyor artık. Ve tekrar karanlıkta kalıyorum. Halbuki bu karanlık mağramda hissetmeden, körleşmiş bir göz gibi rakamların arasında yaşayabilmem mümkündü önceden. Peki ya simdi? Bu karanlığa tekrar mı alışmam gerekecek? Bu bayatlamış oyunu tekrar tekrar mı oynayacağım ölene dek?

Evet, sanırım bütün hakikatim bu. Ben yalnızca, kendi karanlığıyla dans eden bir hayaletim. Belki de bu yüzden dışarıdan bakan gözlere şaşırtıcı, hatta belki biraz da ürkütücü görünüyorum. Ama bu hiç bitmeyen ‘neden’ fısıltıları, yarım kalmış cümleler, hepsi rüzgârın savurduğu toz taneleri gibi dağılıp giden birer sayıklamadan ibaret. Kimsesiz bir sahilde, ay ışığının suya düşen gölgesiyle konuşan bir yalnızlık benimkisi. Oysa bütün evren, benim bu iç hesaplaşmamı dinliyor gibi ama, alaycı bir gülümsemeyle sırtını dönüyor bana. Belki de haklıdır. Kendi mezarlarıma çiçek dikmekten başka yapabildiğim pek bir şey yok.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir